Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Bumin Doğrusöz - Anayasa taslağında vergi ödevi PDF Yazdır e-Posta
17 Eylül 2007
Bilindiği gibi, siyasi iktidar anayasanın sivilleştirilmesi(?) hareketi olarak sunduğu program içerisinde bir yeni anayasa hazırlığına girişmiştir. Bu yeni anayasanın taslak şekli gazetelerde ve web sayfalarında yer almıştır. Bizde bu yazımızda, basına sızan ilk taslak metindeki vergi ödevine ilişkin düzenlemeyi irdelemek istedik.

 

Vergi ödevine ilişkin düzenleme basında yer alan taslak metinde 41. madde olarak yer almıştır. Maddede yer alan hüküm aynen şu şekildedir:

"Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kurulu'na; mahalli idareler tarafından tarh, tahakkuk ve tahsil edilenler için ise ilgili mahalli idarelerin seçimle oluşan karar organına verilebilir.”

Mevcut anayasamızda, vergi ödevini düzenleyen ve vergi hukukumuzun temel ilkelerini düzenleyen hüküm 73. madde olarak yer almıştır.

Taslak madde, mevcut anayasamızın 73. maddesinin hemen hemen tekrarı niteliğindedir. Tek fark, yukarıda aktardığımız maddenin son fıkrasında yer alan “mahalli idareler tarafından tarh, tahakkuk ve tahsil edilenler için ise ilgili mahalli idarelerin seçimle oluşan karar organına” şeklindeki ibarenin, mevcut anayasamızdaki metne eklenmiş olunmasıdır.

Şimdi bu taslak metni, eski anayasa metnini de dikkate alarak irdeleyelim:

Taslak maddenin, mevcut anayasadaki maddeninki ile aynı olan 2. fıkrası, bir “program hüküm”, yani sadece anayasa koyucunun temennisini belirten bir hüküm niteliğindedir. Bir başka deyişle, maddi anayasa normu değildir. Bir hükmün maddi anayasa normu niteliğinde olabilmesi için anayasa yargısına, somut denetim ölçütleri vermesi gerekmektedir. Bu nedenle 2. fıkra anayasa metninde yer almasa da olur.

Vergi gelirlerimizin yaklaşık yüzde 70’i dolaylı vergilerden gelmektedir. Oysa mevcut anayasamızda yer alan vergilendirme ilkeleri çok büyük ölçüde dolaysız vergileri hedef almıştır. Vergi hukukunda dolaylı vergilere ilişkin temel anayasal ilkelerin anayasada olmayışı, zaman zaman eleştiri konusu yapılmıştır. Gerçekten bu büyük bir eksikliktir. Yeni anayasa, bu konuda bir fırsat olabilir. Bir başka deyişle, vergilendirme ödevine ilişkin maddede dolaylı vergilere ilişkin ilkelere de yer verilmesi gereklidir. Oysa taslak maddede dolaylı vergilere ilişkin hiçbir düzenleme yer almamıştır. Bu eksikliğin giderilmesi gerekir.

Öte yandan yasa ile konulmuş vergilerin indirim, muafiyet, istisna ve oranlarında değişiklik yapma yetkisinin, mahalli idarelere bırakılmasına cevaz verilmesi yerinde değildir; bize göre yanlıştır. Bu yetkinin yasa ile belirlenen sınırlar içerisinde seçimle gelmiş organlara verilecek olması, sakıncaları kaldırmamaktadır.

Zira, özellikle belediyeler, kendi yetki alanları ile ilgili olarak oran farklılaştırılması yolu ile ticari ve sınai oluşumların yerleşimlerine etki yapabilir, nüfus kaymalarına yol açabilir. Büyük şehirler dışındaki illerin içerisinde yer alan belediyeler, rekabet ve farklışüncelerle, gelir temin etme amacından saparak, düşük vergileme veya harçlandırma yolu ile il içerisindeki dengeleri de bozabilirler. Hatta iller bile rekabete girebilir.

Örneğin İstanbul’da sermaye şirketlerinin kuruluşunda “ticari durum tasdiknamesi” aranan yıllarda, Sultanbeyli Belediyesi'nin düşük harçlandırma yapması yoluna gitmiş olması sebebiyle, hemen hemen bütün şirketler kuruluş adreslerini bu belediye sınırları içerisinde göstermişler ve çok düşük maliyetlerle kuruluşun tamamlanmasından sonra gerçek adreslerine adres nakli yapmışlardır. Çünkü adres naklinde bu belge aranmamakta, dolayısıyla harç söz konusu olmamaktaydı. Bu uygulama diğer belediyelerin gelirleri üzerinde önemli derecede olumsuz etkiler yapmıştır. Bu belediye, mevcut Belediye Gelirleri Kanunu'nda yer alan ve anayasaya aykırı olan (ancak 12 Eylül dönemi düzenlemesi olduğu için Anayasa Mahkemesi denetimine taşınmayan) hükme istinaden, belediye meclisi kararı ile bu uygulamayı yapabilmiştir. Şimdi yeni taslak hükmü, bu uygulamanın benzerlerine yol açacaktır.

Madde gerekçesinde, mahalli idarelere de bu konuda yetki tanınmasının gerekçesi olarak Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na atıf yapılmıştır. Ancak Türkiye tarafından 21.11.1988'de imzalanan ve 1991'de de 3723 sayılı yasa ile TBMM tarafından onaylanarak 1.4.1993'te iç hukukumuz bakımından yürürlüğe giren bu şart, “verginin yasallığı” ilkesini bertaraf edecek güçte hükümler içermemektedir. Kaldı ki bu şartın, mahalli idarelerin sermaye piyasasına girmesi gibi pek çok önemli hükmü, (örneğin belediyelerin tahvil ihraçlarına izin verilmemekle) zaten yaşama aktarılmazken, bu konudaki “Yerel makamların mali kaynaklarının en azından bir bölümü oranlarını kendilerinin kanunun koyduğu sınırlar dahilinde belirleyebilecekleri yerel vergi ve harçlardan sağlanacaktır” hükmüne, “en azından bir bölümü” ibaresini de görmezden gelerek, bütün yerel gelirler için sarılmak, kanaatimce yerinde değildir ve bu yetki ileride ekonomik ve siyasal açıdan sakıncalı sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.

Bu nedenle mahalli idarelere kendi alanlarında vergi ve harç farklılaştırması yapabilme yolunun açılmasında çok iyi düşünmek ve olası olumsuz sonuçları çok iyi tartmak gerekmektedir. 

 

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=78373&YZR_KOD=156&ForArsiv=1