Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Yeni Yargı Kararları (2015/2) PDF Yazdır e-Posta
08 Mayıs 2015

Image

1. Kurumlar Vergisi Kanunu

Kızılay Derneğinin iktisadi işletmesi tarafından Derneğe yapılan nakdi bağış tutarı kurum kazancından indirilebilir mi?

(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 26.03.2014 tarih ve E:2013/385 K:2014/188 sayılı kararı)

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 03.07.2009 tarihinde yürürlüğe giren 10/1-f maddesinde; iktisadi işletmeleri hariç, Türkiye Kızılay Derneğine makbuz karşılığı yapılan nakdi bağış veya yardımların tamamının kurumlar vergisi matrahının tespitinde, kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek şartıyla kurum kazancından indiriminin yapılabileceği hükmü yer almıştır.

Anılan Kanun maddesinin gerekçesinde ise, Türkiye Kızılay Derneğine makbuz mukabili yapılan bağış ve yardımların tamamının, kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde gösterilmek şartıyla kurum kazancından indirilebilmesinin sağlanmasının amaçlandığı, anılan derneğin iktisadi işletmelerine yapılan bağış ve yardımların ise bu kapsamda değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir.

4 seri no. Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin 1. maddesinde de; 5904 sayılı Kanun’la Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasına eklenen ve 03.07.2009 tarihinden itibaren yürürlüğe giren (f) bendi ile kurumlar vergisi mükellefleri tarafından Türkiye Kızılay Derneğine yapılan nakdi bağış veya yardımların tamamının Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ¡gösterilmek şartıyla kurum kazancından indirileceği belirtilmiştir.

Buna göre, Kızılay Derneğinin kurumlar vergisi mükellefi olan iktisadi işletmesinin Türkiye Kızılay Derneğine yapmış olduğu nakdi bağışın beyannamede gösterilmek suretiyle kurum kazancından indiriminin yapılmasına yasal bir engel olmadığı gibi Kanun maddesinin gerekçesinde de; “Derneğin iktisadi işletmeleri hariç” ibaresinin iktisadi işletmelere yapılan bağışların kurum kazancından indirilemeyeceğine ilişkin olduğu açıklanmıştır.

Bu durumda, Kızılay Derneğinin iktisadi işletmesi tarafından Kızılay Derneğine yapılan nakdi bağış tutarının kurum kazancından indirilmesi gerektiği yolundaki ihtirazi kaydın kabul edilmeyerek tahakkuk ettirilen vergide hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Alkollü içeceklere ilişkin reklâm giderleri kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılabilir mi?

(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 26.03.2014 tarih ve E:2013/653 K:2014/178 sayılı kararı)

5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 15. maddesinin 11. fıkrasında, her türlü alkol ve alkollü içkiler ile tütün ve tütün mamullerine ait ilan ve reklam giderlerinin % 50’sinin ticari kazanç ve kurum kazancının tespitinde indirilemeyeceği belirtildikten sonra Bakanlar Kuruluna bu oranı, % 100’e kadar artırma ve sıfıra kadar indirme yetkisi tanınmıştır. Kanun’un verdiği yetkiye dayanılarak yayımlanan 90/1081 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile oranlar sıfıra indirilmiş olup söz konusu ürünlere ait ilan ve reklam giderlerinin tamamının ticari kazanç ve kurum kazancının tespitinde indirilmesi olanaklı kılınmış iken 1.1.2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe giren 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde de alkol ve alkollü içkiler ile tütün ve tütün mamullerine ait ilân ve giderlerinin yarısının kurum kazancının tespitinde gider olarak indirilemeyeceği kurala bağlandıktan sonra geçici 1. maddesinin 4. fıkrasında, bu Kanunla tanınan yetkiler çerçevesinde Bakanlar Kurulu tarafından yeni kararlar alınıncaya kadar, Gelir Vergisi Kanunu ile 5422 sayılı Kanun kapsamında vergi oranlarına ve diğer hususlara ilişkin olarak yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararlarında yer alan düzenlemelerin, 5520 sayılı Kanun’da belirlenen yasal sınırları aşmamak üzere geçerliliğini koruyacağı hükme bağlanmıştır.

Dolayısıyla, 5520 sayılı Kanun yürürlüğe girene kadar uygulanmakta olan ve 5422 sayılı Kanun’un verdiği yetkiye dayanılarak yürürlüğe konulan 90/1081 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının düzenlemesi, 5520 sayılı Kanunu’n 11. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi ile getirilen ve bu ürünlere ait ilan ve reklam giderlerinin yarısının kurum kazancından indirilebileceğini öngören düzenlemeyi aşan nitelik taşıması nedeniyle 5520 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin dördüncü fıkrası gözetildiğinde, kurumlar vergisi matrahı belirlenirken, 01.01.2006 tarihinden geçerli olmak üzere sözü edilen ürünlerin ilan ve reklam giderlerinin sadece yarısının kurum hasılatından indirilebilmesi imkanı getirilmiştir.

Ancak, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’un 4. maddesinin 11. fıkrasında, Gelir Vergisi Kanunu’nun 41. maddesinin birinci fıkrasının 7. bendinde belirtilen ilan ve reklam giderlerinin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak gösterilemeyeceği kurala bağlanmıştır.

5520 sayılı Kanun’un 37. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca, 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe giren 35. maddesinin birinci fıkrasında, diğer kanunlardaki muafiyet, istisna ve indirimlere ilişkin hükümlerin, kurumlar vergisi bakımından geçersiz olduğu; ikinci fıkrasında ise kurumlar vergisi ile ilgili muafiyet, istisna ve indirimlere ilişkin hükümlerin, ancak bu Kanun, Gelir Vergisi Kanunu ve Vergi Usul Kanunu’na hüküm eklenmek veya bu kanunlarda değişiklik yapılmak suretiyle düzenleneceği hükümlerine yer verilmiştir.

5520 sayılı Kanun’un 37. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca, 01.01.2007 tarihinden itibaren aynı Kanun’un 35. maddesi gereğince kurumlar vergisi matrahının tespitinde her türlü alkol ve alkollü içkiler ile tütün ve tütün mamullerine ait ilan ve reklam giderlerinin yarısının indirilemeyeceğine ilişkin 11. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendini değiştirmeksizin ya da 5520 sayılı Kanuna sözü edilen harcamaların indirilemeyeceği yönünde bir kural eklenmeksizin, Gelir Vergisi Kanunu’nun 41. maddesinin birinci fıkrasının 7. bendine atfen yapılan ve her türlü alkol ve alkollü içkilerle tütün ve tütün mamullerine ait ilân ve reklam giderlerinin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak gösterilemeyeceğini öngören 4207 sayılı Kanun’un 4. maddesinin 11. fıkrasında yer alan kuralın, 5520 sayılı Kanun’da yer alan 11. maddedeki kuralla çatıştığı saptandığından, uyuşmazlığın çözümü için hangi kuralın uygulanacağının belirlenmesi zorunludur.

Yürürlükteki kurala aykırı düzenleme içeren bir yasa hükmünün, önceki kuralı yürürlükten kaldırmaksızın yürürlüğe konulması halinde, bu kurallardan hangisinin uygulanacağının, sonradan yürürlüğe giren kuralın, özel bir düzenleme içerip içermediğine göre belirlenmesi gerekmektedir.

Sosyal Sigortalar Kurumunun mülkiyetindeki taşınmazlar nedeniyle emlak vergisinden de muaf tutulup tutulmayacağı konusunda oluşan içtihat aykırılığı giderilmek üzere verilen Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 11.02.1988 günlü ve E:1987/3, K:1988/1 sayılı kararıyla; emlak vergisine ait muafiyet ve istisna hükümlerinin ancak Emlak Vergisi Kanunu’na hüküm eklenmek veya değiştirilmek suretiyle geçerli olacağı yönündeki kuralın genel ve önceki kural olması nedeniyle özel ve sonraki kural olan Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nda yer alan muafiyet kuralının uygulanacağı kabul edilmiştir.

Bu husus dikkate alındığında, uyuşmazlık konusu olayda, 5520 sayılı Kanun’dan sonra yürürlüğe giren ve 193 sayılı Kanun’un 41. maddesinin 1. fıkrasının 7. bendine atıf yapmak suretiyle bentte düzenlenen giderler yönünden ayırım yapmaksızın söz konusu bendin tamamına yönelik hüküm içeren, buna bağlı olarak da her türlü alkol ve alkollü içkilerle tütün ve tütün mamullerine ait ilan ve reklam giderlerinin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde indirilemeyeceği yönünde özel bir düzenleme olan 5727 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değişik 4207 sayılı Kanun’un 4. maddesinin 11. fıkrasının uygulanması gerektiği sonucuna ulaşıldığından, aksi yöndeki gerekçeyle verilen ısrar kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

2. Katma Değer Vergisi Kanunu

İdarenin vergi inceleme yetkisini kullanması gerekirken bu yol işletilmeksizin takdir komisyonu kararı uyarınca katma değer vergisi indiriminin reddedilmesi mümkün müdür?

(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 16.06.2014 tarih ve E:2014/4977 K:2014/4573 sayılı kararı)

Katma değer vergisi, mal ve hizmetlerin üretiminden tüketimine kadar geçen üretici, tüketici, yarı toptancı, perakendeci gibi her aşamada katılan değer üzerinden alınan, her aşamada matrahı katma değer olan ve sonunda tümü tüketici üzerine kalan bir vergi olup katma değer vergisini, diğer vergilerden ayıran en önemli özellik, vergi indirimi mekanizmasıdır. Mekanizmanın işleyişi, emtia teslim ve hizmet bedeli üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu satışların girdilerine ilişkin olarak ödenen katma değer vergisinin indirilmesi esasına dayanmaktadır. Vergi mükellefi, katma değer vergisi sistemi içinde, aracı görevi yapar. Sattığı mal ve hizmetler üzerinden tahsil ettiği vergiden mal ve hizmet alışında ödediği vergiyi indirir, bakiyesini devlete öder. Bu işlem her safhadaki mükellef tarafından tekrarlanmaktadır.

Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinde, katma değer vergisi indirim mekanizması düzenlenmiş, 29. maddenin (a) bendinde; mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirebilecekleri belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere, 3065 sayılı Kanunu’n 29. maddesine göre mükellefler kendilerine yapılan teslim ve hizmetler nedeniyle düzenlenen fatura ve benzeri vesikalardaki katma değer vergisini indirim konusu yapabilirler.

Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinin (B) bendinde ifade edildiği üzere vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır. Bu kuralın gereği olarak mükelleflerin Katma Değer Vergisi Kanunu’nun yukarıda sözü edilen 29. maddesi hükmünden yararlanabilmelerinin ön şartı fatura ve benzeri vesikaların gerçeği yansıtmasıdır. Bu madde hükümlerine göre mal alışları nedeniyle yüklenilen katma değer vergilerinin indirim ve iade konusu yapılabilmesi için faturaların gerçek bir mal alım satımı karşılığı düzenlenmesi gerekmektedir. Mükelleflerce indirim konusu yapılan katma değer vergilerine ilişkin fatura ve benzeri belgelerin gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasına dayanmadığı ve düzenlenen belgelerin muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge olduğu hususlarının vergi dairesince, Vergi Usul Kanunu uyarınca yapılacak inceleme sonucu açık ve somut bir şekilde tespit edilmesi durumunda, indirim konusu vergilerin reddi ve resen vergi tarhiyatına konu yapılabileceği açıktır.

Vergi Usul Kanunu’nun 134. maddesinde, vergi incelemesinden maksadın, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamak olduğu; aynı maddenin 2. fıkrasında ise, incelemeye yetkili olanlar tarafından lüzum görüldüğü takdirde inceleme, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikine de teşmil edilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Yukarıdaki kanun hükümlerinin değerlendirilmesinden, mükelleflerin kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla düzenlenen fatura ve benzeri vesikaların gerçeği yansıtmadığı ve sahte fatura olduğu hususunun ortaya konulmuş olması durumunda 3065 sayılı Kanun ile getirilen ve katma değer vergisine özgü bir mekanizma olan indirim mekanizmasından yararlanamayacakları, ancak davacının sahte fatura kullandığı hususunun ise, Vergi Usul Kanunu’nun 134. maddesi uyarınca usulüne uygun olarak yapılacak vergi incelemesi sonucunda düzenlenecek vergi inceleme raporu ile tespit edilebilecek bir durum olduğu, zira, burada tespit edilecek hususun, matrahın beyan edilmemesi veya eksik beyan edilmesi değil, mükellefin yasal defterlerine kaydetmek suretiyle indirim konusu yaptığı fatura ve belgelerin gerçek durumu yansıtıp yansıtmaması olduğu, söz konusu fatura ve belgelerin gerçek durumu yansıtmaması durumunda ise, vergi dairesince, mükellefin katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle hakkında tarhiyat yapılabileceği anlaşılmaktadır.

Takdir komisyonlarının görevi; Vergi Usul Kanunu uyarınca, yetkili makamlar tarafından istenilen matrah ve servet takdirlerini yapmak ile vergi kanunlarında yazılı fiat, ücret veya sair matrah ve kıymetleri takdir etmektir. 3065 sayılı Yasada öngörülen indirim mekanizması ise, vergilendirme tekniği açısından, matrah takdirinden farklı bir müessese olup mükelleflerin; gerek sahte fatura kullanmaları gerekse defter ve belgelerini ibraz etmemeleri gibi durumlarda, matrah takdirini gerektiren bir husus bulunmaması nedeniyle, bu tür fiillerin, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. ve 34. maddelerinde düzenlenen, indirim mekanizması içinde değerlendirilmesi suretiyle, katma değer vergisi indirimleri yönünden yapılacak vergi incelemesi ile bir sonuca bağlanması gerekmektedir. Bu nedenle, bu gibi hallerde, mükelleflerin matrah takdiri için takdir komisyonlarına sevk edilmesi ve kendisine matrah, servet ve kıymet takdiri görevi verilmiş olan ve katma değer vergisi indirim reddi yetkisi bulunmayan takdir komisyonlarınca takdir edilen matrah üzerinden cezalı tarhiyat yapılması mümkün değildir.

İdari işlem ve tasarruflarla kişilerin hukukunda haricen değişiklik yapma yetki ve imtiyazına sahip olan idarenin, bu yetkisini kullanırken öncelikle yetkinin kullanılmasına ilişkin şekil ve koşullarının belirlendiği usul kanunlarının kendi üzerine yüklediği görevler çerçevesinde hareket etmesi gerekir. Zira Anayasada yer alan hukuk devleti ilkesinin doğal bir sonucu da idarenin işlem ve eylemlerini, hukuk kuralları çerçevesinde ve yine bu kuralların yüklediği görev ve yetki kapsamında yürütmesidir. Bu nedenle, davacının sahte fatura kullandığından bahisle takdir komisyonuna sevk edilmesi üzerine, katma değer vergisi indirim reddi yetkisi bulunmayan takdir komisyonunca alınan karara istinaden davacı adına yapılan dava konusu cezalı tarhiyatta hukuka uyarlık bulunmadığından dava konusu cezalı tarhiyatı kaldıran vergi mahkemesi kararı sonucu itibariyle yerinde görülmüştür.

3. Damga Vergisi Kanunu

Noterde kalan sözleşme nüshası damga vergisine tabi midir? Vergisi ödenen nüsha dışında başka nüsha bulunduğuna dair bir tespit yapılmadan ek tarhiyat yapılabilir mi?

(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 26.06.2014 tarih ve E:2013/2867 K:2014/4931 sayılı kararı)

Noterlik Kanunu’nun 90. maddesinde, imzası onaylanan iş kağıdının aslının ilgilisine verileceği ve imzalı bir örneğinin de dairede saklanacağı düzenlemesine yer verilmiş olup, Damga Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrasında; bu Kanuna ekli (1) sayılı tabloda yazılı kâğıtların damga vergisine tabi olduğu; ikinci fıkrasında; bu kanundaki kâğıtlar teriminin, yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konulmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeleri ifade ettiği; 5. maddesinde, bir nüshadan fazla olarak düzenlenen kâğıtların her nüshasının ayrı ayrı aynı miktar veya nispette damga vergisine tabi olduğu; “Damga Vergisinden İstisna Edilen Kağıtlar” başlıklı ekli (2) sayılı tablonun, “(1) Resmi İşlerle İlgili Kağıtlar” başlıklı bölümünün, “(C) Kişilerden Resmi Dairelere Verilen Kağıtlar” başlıklı kısmının 11. fıkrasında da, kişiler tarafından hariçte düzenlenerek imza ve tarihlerin tasdik veyahut suret ve tercümelerinin verilmesi için noterlere getirilen kağıtların noter dairelerinde saklanacak nüshalarının damga vergisinden müstesna olduğu hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlere göre; taraflarca düzenlenerek noterde onaylatılan sözleşmelerin aslı ile birlikte her bir nüshasının da ayrı ayrı aynı miktar veya nispette damga vergisine tabi olduğu kabul edilmekle birlikte, sözleşmenin, Noterlik Kanunu’nun 90. maddesi uyarınca noterde saklanan nüshasının, damga vergisinden müstesna olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Mevcut hukuki durum ve yukarıda bahsi geçen yasal düzenlemeler bir arada değerlendirildiğinde, imzalanan sözleşmelerin taraflarda kalan bir nüshasının damga vergisine tabi olduğu ve bu nüshaya ait verginin de davacı tarafından ödendiği, bir nüsha dışında noterde kalan ve 488 sayılı Kanuna ekli 2 sayılı tablo kapsamında damga vergisinden müstesna olan diğer nüshanın damga vergisine tabi olmadığı; söz konusu sözleşmenin bunların dışında başka nüshasının bulunduğuna ilişkin davalı idare tarafından yapılan herhangi bir tespit de bulunmadığından dava konusu vergi ziyaı cezalı damga vergisinde ve bu tarhiyata karşı açılan davayı reddeden vergi mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.

4. Vergi Usul Kanunu

Düzeltme beyannamesi üzerine tahakkuk ettirilen geçici vergi için hesaplanan pişmanlık zammı, normal vade tarihinden hangi tarihe kadar hesaplanır?

(Danıştay Dördüncü Dairesinin 08.05.2014 tarih ve E:2011/5313 K:2014/3205 sayılı kararı)

Yıl içerisinde ödenen geçici vergiler kümülatif olarak toplanıp yıllık beyanname verme döneminde gelir veya kurumlar vergisinden mahsup edilir. Bir geçici vergi döneminde tahakkuk edip ödenen geçici vergi, bir sonraki dönem toplam matrah üzerinden hesaplanan geçici vergiden mahsup edilip kalan kısım ödenir. Yıl içerisinde ödenen geçici vergiler için uygulama bu şekildedir.

Dolayısıyla, 2009/7-9 dönemi kurumlar geçici vergi beyannamesinin eksik beyan edilmesi sonucu eksik beyan edilen tutar kadar ödenmeyen geçici vergi için hesaplanacak pişmanlık zammının bir sonraki geçici vergiden mahsup edileceği tarihe kadar hesaplanması gerekmektedir. Bu nedenle pişmanlık zammı, 2009/7-9 dönemi kurumlar geçici vergisinin normal vade tarihinden 2009/10-12. dönem geçici vergisinden mahsup edileceği tarihe kadar hesaplanacaktır.

Bu durumda, fazladan hesaplandığı iddia edilen pişmanlık zammının iadesi istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Vergiden müstesna işlemler üzerinden vergi alınması halinde mevzuda hatanın varlığı kabul edilebilir ni?

(Danıştay Yedinci Dairesinin 21.10.2014 tarih ve E:2011/2359 K:2014/4525 sayılı kararı)

Gider Vergileri Kanunu’nun 29. maddesinin (v) bendinde, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinin birinci fıkrasının (12) numaralı bendi kapsamındaki işlemler dolayısıyla lehe alınan paraların vergiden müstesna olduğu hükme bağlanmıştır. Geçici 1. maddesinin 5. fıkrasında, diğer kanunlarla 5422 sayılı Kanun’a yapılmış olan atıfların, ilgili olduğu maddeler itibarıyla bu Kanuna yapılmış sayılacağını öngören 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinin (e) bendinde ise, kurumların, en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri ve rüçhan haklarının satışından doğan kazançların % 75’lik kısmının kurumlar vergisinden müstesna olduğu belirtilerek istisna ile ilgili düzenlemeye yer verilmiştir.

5520 sayılı Kanun’un 5. maddesinin sözü edilen bendinde, iştirak hissesi satışından doğan kazançlara ilişkin istisna için bazı koşullar öngörülmüş ise de; birbiriyle ilişkili kişi veya kurumlar ya da aynı gruba dahil şirketler arasında yapılan iştirak hissesi satışlarından elde edilen kazançlara istisna uygulanmayacağı yolunda herhangi bir koşul öngörülmüş değildir.

Vergi Usul Kanunu’nun 116. maddesinde, vergi hatası, vergiye ilişkin hesaplarda veya vergilendirmede yapılan hatalar yüzünden haksız yere fazla veya eksik vergi istenmesi veya alınması olarak tanımlanmış; 118. maddesinde ise, açık olarak vergi mevzuuna girmeyen veya vergiden müstesna bulunan gelir, servet, madde, kıymet, evrak ve işlemler üzerinden vergi istenmesi veya alınmasının mevzuunda hata olduğu hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlere göre, iştirak hissesi satışlarından doğan kazançların kurumlar vergisinden ve dolayısıyla banka ve sigorta muameleleri vergisinden müstesna; vergiden müstesna bulunan işlemler üzerinden vergi alınmasının ise mevzuda hata olması karşısında, iştirak hissesi satışından doğan kazancın 5520 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen hükmünde öngörülen koşulları taşıması halinde, vergi istisnası, dolayısıyla vergi hatası bulunduğunun da kabulü zorunlu olduğundan, düzeltme ve şikâyet yolu izlenilerek açılan davada işin esasının incelenmesi suretiyle karar verilmesi gerekirken, aksi yolda verilen kararda isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüne ve mahkeme kararının bozulmasına karar verildi. pwc

Yukarıda özetlenen kararlar ile diğer çok sayıda kararın tam metni, Danıştay Dergisinin 137. sayısında yer almaktadır.


Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.