Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Vergi hukukunda hakkın kötüye kullanılması, kanuna karşı hile ve peçeleme PDF Yazdır e-Posta
03 Mayıs 2015

Image

I. Genel olarak "Hakkın kötüye kullanılması" kavramı

Hukuk sistemleri, bireylere hak ve özgürlükler sağlarken, diğer yandan bu hakların sistem içinde kalınarak kötüye kullanılmasını yasaklamıştır. Burada sistem içinde kalınarak kötüye kullanımdan kasıt, kişilerin sahip oldukları hakların görünürde hukuka uygun işlemler yapılarak, ancak amacı dışında ve dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılmasıdır. Bir özel hukuk kavramı ve bir "yasak" olarak nitelendirilen "hakkın kötüye kullanılması", Türk Medeni Kanunu'nun 2'nci maddesinin 2'nci fıkrasında; "Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz." şeklinde formüle edilmektedir. Maddenin ilk fıkrasında; "Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır." şeklinde düzenlendiği üzere; dürüstlük kuralı, Kanun'un, hukuk sistemimizin temeline koyduğu en önemli kurallardan biri olarak öne çıkmaktadır.

Konunun vergi hukukundaki yansıması ise, "dürüst vergi yükümlüsü" olarak da tanımlanan; vergi yükümlülerinin haklarını kullanırken (vergi normlarından doğan olanakları kullanırken) veya vergi borçlarını öderken dürüst davranması gerektiği yönündeki görüştür. Bu açıdan, vergi hukukunda dürüstlük kuralının; vergilendirme işleminin dayandığı özel hukuk işleminde (vergiyi doğuran olay) ve vergi borcunun ödenmesi (tarh, tahakkuk ve tahsil sürecinde) aşamasında söz konusu olmak üzere iki boyutlu olarak kabul edildiği görülmektedir[1].

Emredici bir hukuk kuralı olarak nitelendirilen hakkın kötüye kullanılması yasağının, bir hakkın varlığı ve bu hakkın açıkça dürüstlük kuralına aykırı kullanılması şartlarının gerçekleşmesi halinde devreye gireceği savunulmaktadır[2]. Bu hüküm, Türk Hukuk Sistemi açısından bir çerçeve çizmekle birlikte, diğer hukuk dalları açısından da bu yasağın uygulanmasının en genel yasal dayanağını oluşturmaktadır.

Kamu hukukunun bağımsız bir dalı olan vergi hukuku açısından ise yükümlülerin hukuk kuralları içinde kalarak gerçek şartlara uygun olmayan veya bu olağan şartlar bağlamında gerekçesi izah edilemeyen yasal düzenlemeleri seçmesi halinde hakkın kötüye kullanılmış sayılacağı ifade edilmektedir[3].

II. Vergi hukukunda kanuna karşı hile

Kanuna karşı hile, hakkın kötüye kullanımının somut bir örneği olarak nitelendirilmekle, kanunun emredici bir hükmünden kurtulmak amacıyla kanunun bir başka hükmüne bu hükmün amacına aykırı bir şekilde dayanılması hali olarak tanımlanmaktadır[4]. Bu açıdan önemli olan husus, kanunun bir başka hükmüne dayanılması noktasında ortaya çıkmaktadır.

Kanuna karşı hilenin, kanun hükümlerinin dolanılarak ihlal edilmesi nedeniyle hukuka aykırı işlemler olduğu belirtilmektedir. Sadece yükümlü tarafından gerçekleştirilen işlemlerde değil, idarenin tesis ettiği bazı idari işlemlerin de kanuna karşı hile niteliğini barındırması halinde söz konusu işlemde hukuka aykırılık söz konusu olabilecektir. Nitekim konuya ilişkin olarak, Danıştay 6. Dairesi, 24.11.1998 tarih ve 1997/4439 E., 1998/5786 K. sayılı kararında[5], Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu hakkında, dava konusu işlemin; "...Kamu yararının sağlanması amacıyla değil, mahkeme kararlarının etkisiz kılınmak amacıyla tesis edildiği" sonucuna vararak, söz konusu idari işlemin amaç unsuru yönünden hukuka aykırı olduğuna karar verdiği görülmektedir.

Kanuna karşı hilenin en önemli özelliği, hukuken hüküm ifade etmesi istenen işlemin, tarafların iradesine uygun görünürdeki işlem olmasıdır. Bu açıdan görünürdeki işlem gerçek olup, işlemin arkasındaki saik -ki kanuna karşı hilede bu saikin hukuka aykırılığı referans alınmaktadır- bakımından bir gizlilik söz konusu olmaktadır[6]. Örneğin, Yargıtay içtihadı uyarınca, işçinin kıdem tazminatı almak amacıyla kocasından boşanıp kısa süre sonra tekrar aynı kişiyle evlenerek iş sözleşmesini feshetmesi, kanuna karşı hile olarak kabul edilmektedir[7].

Kanuna karşı hilenin yaptırımı, yukarıda genel hatlarıyla özetlenmeye çalışıldığı üzere, hukuk düzeninin korumasının dışında kalınmasıdır. Hukuk düzeninin dışında bırakılma durumu ise, kötüye kullanılarak ulaşılmaya çalışılan sonucun ve tarafların uyuşan iradelerinin (başka bir anlatımla, sözleşmenin) geçersiz sayılması[8]suretiyle söz konusu olabilecektir.

Vergi hukukunda ekonomik yaklaşımı da içine alan bir üst kavram olarak nitelendirilen hakkın kötüye kullanılması yasağının; "bir hakkın kullanılmasının aşikar bir adaletsizlik teşkil ettiği ve gerçek hakkın tanınması ve ferdin korunması için bütün yolların kapalı olduğu hallerde TMK'nın 2'nci maddesi hükmünün zaruretten doğan bir çıkış yolu ve olağanüstü bir imkan sağladığı" ifade edilmektedir[9]. Gerçekten de, hakkın kötüye kullanılması ve bunun somutlaşmış hallerinden biri olan kanuna karşı hile yasağı kavramları ile birlikte; görünüşte hukuka uygun, ancak taraf iradelerinin içeriği ve hukuki sonuç bakımından adaletsizlik yaratan kullanımların da önüne geçilebilecektir.

III. Vergi hukukunda peçeleme

A. Kavram

Peçeleme, vergi yükümlülerinin veya sorumlularının, özel hukuka ilişkin işlem biçimlerini olağan kullanımları dışında vergi kaçırma amacı ile kötüye kullanmaları olarak tanımlanmaktadır[10].

Bir başka tanıma göre ise olağan ve doğal olarak, vergi normlarının vergilendirme konusu yaptığı bir özel hukuk işlemiyle ulaşılması gereken bir ekonomik sonucu elde etmek için, vergi normlarınca vergilendirme konusu sayılmamasından yararlanmak üzere, olağan ve doğal kullanımı dışında başvurulan başka tür ve nitelikteki özel hukuk işlemi, "peçeleme" veya "perdeleme" işlemi olarak adlandırılmaktadır[11]. Bunun yanında, peçelemeye ilişkin olarak; "vergide kaçamak"[12]kavramının da kullanıldığı görülmektedir.

Bu tanımlar çerçevesinde, genel olarak karşılaşılan "peçeleme" ve "perdeleme" kelimelerinin, gizlenen bir durumun varlığını referans aldığı yorumu yapılabilir. Ancak tanımlardan da fark edileceği gibi, burada gizlenen husus, farklı bir hukuki işlem değil, hukuka aykırı olan ve kötüye kullanılan taraf iradeleri olarak kabul edilmektedir.

B. Peçelemenin hukuki niteliği

Yükümlülerin vergi avantajı sağlamak amacıyla özel hukuk biçimlerini olağan sayılmayacak şekilde kötü kullanmaları "peçeleme", bu eylemi esas alan işlem de "peçeleme işlemi" olarak tanımlanmaktadır[13]. Peçeleme ile vergi normunun amacına göre, vergilendirme konusu olan ekonomik sonuca vergi normunun doğrudan bir şekilde kapsamadığı bir hukuksal biçimle ulaşılmaya çalışılmaktadır[14].

Vergi kaçırma amacına yönelik söz konusu işlemler "peçeleme sözleşmesi" olarak nitelendirilmektedir. Bu durumda da idare ve vergi yargısı organlarının, vergilendirmede görünüşteki sözleşmeyi değil, gerçek ekonomik durumu göz önüne alacağı belirtilmektedir[15]. Bu şekilde, peçelemenin bir sözleşme niteliğinde olduğu kabul edilmektedir. Başka bir tanıma göre, peçelemenin, kanuna karşı hilenin vergi hukukundaki yansıması veya özel bir türü olarak değerlendirildiği[16], vergiyi dolanma amacı taşıyan bu işlemlerin ise "peçeleme sözleşmesi" olarak adlandırıldığı görülmektedir[17]. Bu açıklamalar ışığında, hukuksal biçimden kast edilenin bir özel hukuk sözleşmesi olduğu kabul edilmektedir. Zira yukarıda tanımı yapılan peçelemenin, tek taraflı bir hukuki işlemle ortaya çıkarılmasının mümkün olmayacağı söylenebilir.

Peçeleme işlemi ile ulaşılmaya çalışılan amaç, gerçek ekonomik ilişkinin üzerinin örtülerek gizlenmesidir[18]. İşlemde peçeleme yapılmasıyla esasen vergiyi doğuran olayın gizlenmesi veya vergi matrahının aşındırılması amaçlanmaktadır.

C. Peçelemenin unsurları

Mevzuatta peçelemenin bir tanımı olmadığı gibi unsurları hakkında da açıkça düzenlenmiş bir hüküm bulunmamakta olup, doktrinde peçelemenin, kanuna karşı hilenin vergi hukukunda somutlaşmış hali olarak nitelendirildiği görülmektedir [19].

Peçeleme işlemlerinde, vergi normlarının sözü ile görünüşteki farktan yararlanılması ve somut maddi olayın bu fark sonucunda manipüle edilmesinin ve başka bir özel hukuk "biçimiyle" dış dünyaya yansıtılarak vergi normlarının dolanımı amacının söz konusu olduğu belirtilmektedir[20]. Doktrinde, peçelemenin unsurlarına ilişkin olarak iki görüş öne çıkmaktadır: İlki, Klaus Tipke ve onun görüşlerine paralel olarak Selim Kaneti'nin, ikinci görüş ise ilki ile bir açıdan farklılık gösteren, Mustafa Akkaya'nın, peçelemenin varlık şartlarına ilişkin yaptığı sınıflandırmadır.

İlk görüşe göre[21], peçeleme işleminin varlığının kabulü için,

  • Vergi kanununun, vergi dışı hukukun ve özellikle özel hukukun kalıp, kılık ve biçimlerine dayalı olarak vergiyi doğuran olayı tanımlamış olması;
  • Vergi kanununun, söz konusu kalıp, kılık ve biçimlere, bu nitelikleriyle değil, onlardan kaynaklanan ekonomik sonuçlar nedeniyle başvurmuş olması;
  • Kanunun vergilendirme yönünden hedeflediği ekonomik sonucun, kanunda deyimlenen hukuksal kalıp ve biçim çerçevesinde tümüyle kapsanmamış olması,
  • Vergi yükümlüsünün vergi kanununu dolanmak için, hukuksal kalıp ve biçimlerden yararlanma olanağını kötüye kullanmış olması;

şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.

İkinci görüşte[22] ise peçelemenin unsurları açısından bazı farklı hususlara yer verilmektedir. Bu itibarla, peçelemenin varlığından söz edilebilmesi için; özel hukukun düzenleme olanakları kötüye kullanılmış olmalı; vergisel bir çıkar sağlanmış olmalı ve vergiyi dolanma amacı (kastı) ile hareket edilmiş olmalıdır.

Vergisel çıkar sağlanmış olması koşulu bakımından, iki görüş farklı noktada durmaktadır. İlk görüş, peçelemenin varlık şartları arasında vergisel çıkar sağlanmış olmasını açıkça saymamaktadır. İkinci görüş ise vergisel çıkarı, peçelemenin varlık şartlarından biri olarak kabul etmekte, yükümlünün aleyhine sonuç doğuran bir özel hukuk işleminin, vergisel çıkar kastı olsa bile sonuç o şekilde gerçekleşmemiş ise peçeleme olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmektedir. Vergisel çıkar sağlanması peçelemenin en başta gelen unsurlarından biri olup, özellikle ekonomik sonuç bakımından kötüye kullanmanın varlığını belirleme açısından da önem taşımaktadır. Vergisel çıkar sağlanması şartı, peçelemenin unsurlarından biri olarak kabul edilmediği takdirde, peçelemeye bağlanan vergisel sonuçların da bir etkinliği kalmayacaktır.

D. Peçeleme işlemine bağlanan sonuçlar

Peçeleme ile vergi yükümlüleri, normun sözüne uygun davranıyor görünmekle birlikte, onun özünü ihlal etmektedirler[23].Peçelemeye bağlanan sonuçlara, ekonomik yaklaşım ilkesi ile varılarak gerçek ekonomik duruma göre işlem tesis edilmektedir[24]. Bu durumda yargı organları vergilendirmede görünüşteki sözleşmeyi değil, gerçek ekonomik durumu göz önüne almaktadır[25].

Vergi hukuku açısından bir işlemin peçeleme olarak nitelendirilmesinin, işlemin özel hukuktaki geçerliliğini etkilemediği, peçeleme olduğu saptaması yapılan özel hukuk işleminin; yalnızca, dolanılmak istenen vergi kanunu bakımından dikkate alınmadığı görüşü hakimdir[26]. Bu konuda verilen bir örneğe göre[27]; Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu'nun, 1'inci maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunan kişilere ait mallar ile Türkiye'de bulunan malların veraset yoluyla veya herhangi bir şekilde karşılıksız bir tarzda bir kişiden diğer kişiye intikali veraset ve intikal vergisine tabidir. Aynı Kanun'un 4'üncü maddesinin (d) bendi uyarınca her çeşit bağışın 2015 yılı için 3.711 TL tutarındaki kısmı vergiden müstesna tutulmaktadır. Bu şekilde, bir kişinin 10.000 TL bağışlamada bulunmuş olması durumunda 3.711 TL'den arta kalan 6.289 TL vergiye tabi tutulacaktır. Kişi böyle yapmayıp vergi ödememek amacıyla her biri 1.000 TL tutarında on ayrı bağış yaparsa, bu durum kanunun emredici hükmüne ters düşeceğinden peçeleme olarak nitelendirilecektir. Bu durumda, peçeleme olduğu iddia edilebilecek bu işlemde, söz konusu toplam tutar miktarında bağış yapıldığı kabul edilebilecek bu tutar üzerinden veraset ve intikal vergisi alınması sonucunu doğurabilecektir.

Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı da peçelemenin somut bir örneği olarak gösterilebilir. Bu kapsamda, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 13'üncü maddesi ile "Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı" kurumu kabul edilerek hakkın kötüye kullanımının önlenmesi amaçlanmıştır. Transfer fiyatlandırması, ticari işletmelerin bünyesinde yer alan bölümler ya da kolları arasındaki mal ve hizmet satışlarında uygulanan fiyat[28]; işletmelerin bağlı işletmelerle yaptıkları maddi ve gayrimaddi mal veya hizmet transferinin, kiralamaların ve ödünçlerin fiyatlandırılması[29] ve farklı ülkelerde ikamet eden bağlı şirketler arasındaki işlemlerin yerine getirildiği değeri ifade etmek için kullanılan bir terim[30] olarak tanımlanmaktadır. Transfer fiyatlandırmasının, şirkette kazancın küçük gösterilmesi amacıyla, kar-zarar hesabını meydana getiren kalemlerin gerçeğe aykırı büyüklüklerde gösterilerek, kurum bünyesinde kalması gereken bir kazancın kurumla ilgili gerçek veya tüzel kişilere aktarılması[31] şeklinde örtülü olarak dağıtımı, söz konusu hüküm uyarınca bazı sonuçlara bağlanmıştır. Bu itibarla, ilişkili kişilerle emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit edilen bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım ya da satımında bulunulması durumunda, bu kazanç, transfer fiyatlandırması yoluyla dağıtılan örtülü kazanç olarak kabul edilecek; 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 11'inci maddesine göre de, bu kazançlar, kurum kazancının tespitinde indirim olarak kabul edilmeyecektir.

Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımının, kendisine bağlanan hukuki sonuçlar itibarıyla, "genel suiistimali önleyici düzenleme" olarak nitelendirilen[32] Vergi Usul Kanunu'nun 3'üncü maddesi hükmünün aksine, "özel suiistimali önleyici bir düzenleme" olarak kabul edildiği görülmektedir[33]. Peçelemenin özel bir örneği olarak kabul edilen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımında, gelir elde etme ve harcama yetkisine, kısaca mali egemenliğe sahip devletin, hak veya menfaatinin bozulduğu ve kuvvetli bir zarar ihtimali doğduğu ifade edilmektedir[34].

Peçeleme işlemleri açısından, peçelemenin olduğu ortamda, gerçekleşen olay yerine vergiyi dolanma kastı ve bu kasta uygun hareket edilerek yaratılan sonuç olmasaydı nasıl bir özel hukuk işlemi yapılacak idiyse, onun yapıldığı varsayımıyla vergilendirme yapılmaktadır[35]. Bu şekilde, Vergi Usul Kanunu'nun 3/B hükmü uyarınca ekonomik irdeleme ve yaklaşım ile yapılan gerçeklik araştırmasını, vergi idaresinin de yargı organının da yapmaya yetkili olduğu söylenebilir.

Ancak, bu hüküm mevzuatta bulunmasa da, idari yargılama usulünde yer alan ve bireylerin hakları ve kamu yararını koruma ile idarenin yargısal denetimini etkili bir şekilde gerçekleştirmeye yönelik olarak kabul edilen re'sen araştırma ilkesi ve yetkisi[36] gereğince, yargı organı bu yönde bir gerçeklik araştırmasını yapmak ile yükümlü bulunmaktadır.

IV. Sonuç

Kendisine sunulan fırsatlara ilişkin belirlediği olası en iyiye ulaşmaya çalışan, çoğu aza tercih eden ve tercihlerinde tutarlı olan bireyi ifade eden "homoeconomicus", gerçek kişiler açısından olduğu kadar, bu kişilerin yönlendirdiği tüzel kişiler için de geçerli bir kavramdır. Kişiler, ekonomik alanda faaliyette bulunurken, ilişkilerinde faydalarını en üst noktaya çıkarmaya yönelmekte; bu şekilde, vergisel avantaj elde etmenin de yollarını aramaktadırlar.

Özel hukuk açısından sözleşme özgürlüğü çerçevesinde gerçekleştirilen ve yine özel hukuk açısından geçerlilik konusunda bir olumsuzluk yaşamayan işlemler, kamu hukukunun bir alt dalı olan vergi hukuku açısından ise devletlerin istemediği sonuçlar doğurabilmektedir.

"Vergilendirilebilir olay"ın ortaya çıktığı vergi hukuku açısından, devletlerin, söz konusu işlemleri bir vergisel avantaj aracı olmaktan çıkarmak için farklı yöntemleri kullandığı, kanunlarla genel veya özel suiistimali önleyici düzenlemeler getirdikleri görülmektedir. Bu da, kişilerin sözleşme özgürlüğü ile devletin mali egemenlik yetkisinin çatıştığı bir durum yaratmaktadır. Konuyu, devlet ile yükümlü arasındaki dikey nitelikli vergilendirme ilişkisinin doğası gereği içinde barındırdığı çıkar çatışması olarak okumak da mümkündür. Av. Cemal Baran Başok/Lebib Yalkın Yayınları


Kaynakça

[1] SABAN, Nihal, Vergi Hukuku Genel Kısım, Der Yayınları, İstanbul 2002, s. 88.

[2] ÖZTAN, Bilge, Medeni Hukukun Temel Kavramları, Turhan Kitabevi, Ankara 2008, s. 178-179.

[3] EYÜPGİLLER, Saygın, "Mükellef Hakları ve Hakkın Kötüye Kullanılması", Legal Mali Hukuk, Aralık 2006, (http://www.hlbsaygin.com.tr/Mevzuat1_2.htm), (Erişim Tarihi 22.03.2015)

[4] AKİPEK Jale G., AKINTÜRK, Turgut, Türk Medeni Hukuku Birinci Cilt Başlangıç Hükümleri, Beta Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 188.

[5] (http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/6d-1997-4439.htm), (Erişim Tarihi 22.03.2015)

[6] YILMAZ, Elif, "Kanuna Karşı Hilenin Vergi Hukukundaki Görünümü Olarak Peçeleme Kavramı ve Muvazaa İle Mukayesesi", Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XVII, Y. 2013, S. 1-2, s. 1765.

[7] Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 17.06.1982 Tarih ve 1982/2644 E., 1982/2751 K. Sayılı Kararı, Karar için Bkz: AĞAR, Serkan, Transfer Fiyatlandırması - Örtülü Kazanç Dağıtımı, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara 2011, s. 246.

[8] ÖNCEL Mualla, KUMRULU, Ahmet, ÇAĞAN, Nami, Vergi Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara 2010, s. 27.

[9] SABAN, s. 90.

[10] ÖNCEL, KUMRULU, ÇAĞAN, s. 26.

[11] KANETİ, Selim, "Vergi Hukukunda Ekonomik Yaklaşım İlkesi", Vergi Dünyası Dergisi, Y. 11, S. 131, Temmuz 1992, s. 43.

[12] ŞANVER, Salih, "Vergi Hukukunda Yorum ve Kanıtlama", Reşat Kaynar'a Armağan, İstanbul 1981, s. 191.

[13] SAVAŞ, Abdullah, İşletme Vergiciliğinde Bazı Temel Kavramlar, (http://www.muhasebenet.net/makale_abdullah%20savas_isletme%20vergiciliginde%20bazi%20temel%20kavramlar.doc, http://www.muhasebenet.net/makaleler_abdullah_savas.html), (Erişim Tarihi 22.03.2015).

[14] GÜNDOĞDU, Burhan, "Muvazaa ve Peçeleme", Yaklaşım Dergisi, s. 193, Ocak 2009, s. 73.

[15] ÖNCEL, KUMRULU, ÇAĞAN, s. 26.

[16] AKKAYA, Mustafa, Vergi Hukukunda Ekonomik Yaklaşım, Turhan Kitabevi, Ankara 2002, s. 96.

[17] AKKAYA, s. 83.

[18] ŞENYÜZ, Doğan, "Peçeleme İle Muvazaanın Niteliği ve Arasındaki Farklar", Yaklaşım Dergisi, S. 185, Mayıs 2008, s. 25.

[19] SABAN, s. 91.

[20] AKKAYA, s. 96.

[21] TIPKE, Klaus, Steuerrecht, 11. Baskı, Köln 1987, s.8,3, Aktaran: KANETİ, s. 44.

[22] AKKAYA, s. 97-101.

[23] ÖNCEL, KUMRULU, ÇAĞAN, s. 28.

[24] TAŞKIN, Yasemin, "Vergi Hukukunda Ekonomik Yaklaşım İlkesine Genel Bakış", Mali Çözüm Dergisi, S. 109, Ocak-Şubat 2012, s. 75.

[25] ÖNCEL, KUMRULU, ÇAĞAN, s. 26.

[26] AKKAYA, s. 102.

[27] GÜNDOĞDU, s. 73.

[28] KAPUSUZOĞLU, Tuncay, "Transfer Fiyatlandırması Nedir?", Vergi Dünyası Dergisi, S. 205, 1998, s. 55.

[29] LEVEY, Marc M., WRAPPE, Steven C., Transfer Pricing: Rules, Compliance and Controversy, CCH, Chicago 2007, s. 1, Aktaran: ATEŞ, Leyla, Transfer Fiyatlandırması ve Vergilendirme, Turhan Kitabevi, Ankara 2011, s. 1.

[30] GÜNAYDIN, İhsan, "Uluslararası Transfer Fiyatlamanın Vergisel Amaçları", Vergi Dünyası Dergisi, S. 216, 1999, s. 165.

[31] ÖNCEL, Mualla, Kurumlar Vergisi Açısından Sermaye Şirketlerinde Örtülü Kazanç ve Örtülü Sermaye, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1978, s. 1.

[32] YALTI, Billur, "Transfer Fiyatlandırmasında Vergi Anlaşması Uygulaması", Vergi Sorunları Dergisi, S. 222, Mart 2007, s. 9-10.

[33] ATEŞ, s. 33-34.

[34] AĞAR, s. 268.

[35] ŞENYÜZ, s. 25.

[36] PARLAK, Bayram, İdari Yargıda İspat ve İspata Yarayan Araçlar, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2006, s. 12.


 

Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı Özdoğrular smmm ltd. şti./Mehmet Özdoğru ve/veya ozdogrular.com./com.tr' ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.