Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Yeni Yargı Kararları (2013) PDF Yazdır e-Posta
20 Aralık 2013
Image

Danıştay Dergisinin 133. sayısında yer alan güncel bazı yargı kararları

1. Kurumlar Vergisi Kanunu

Kredi kartı hesabı borçlandırılmak suretiyle yapılan satışlardan elde edilen hasılatın tümünün kayıt ve beyanlara dahil edildiğini ispat külfeti kime aittir?

(Danıştay Üçüncü Dairesinin 24.12.2012 tarih ve E:2010/7112 K:2012/4884 sayılı kararı)

Vergi Usul Kanunu'nun 3. maddesinin (B) işaretli bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemlerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği kurala bağlanmış, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan ve olayın özelliğine göre normal ve olağan olmayan bir durumun iddia olunması halinde iddia eden taraf bu iddiasını kanıtlamakla yükümlü kılınmıştır.

Kredi kartı hesabı borçlandırılmak suretiyle yapılan satışlarda müşterinin imzasıyla onayladığı nüshası, satıcıda kalan slipler ve kredi kartı hesabına ait bilgiler, müşteri ile yapılan satış işleminin tarihi, konusu ve miktarının saptanmasına olanak sağladığından, bu şekilde yapılan satışlara ait hasılatın bir kısmının kayıtlara alınmadığının saptanması halinde; yapılan satışlardan elde edilen hasılatın tümünün kayıt ve beyanlara dahil edildiğini ispat külfeti yukarıda yer verilen Yasa kuralı gereği davacıya aittir.

Birleşmenin ilişkili şirketler arasında gerçekleştirilmiş olması tek başına kanunda yer alan teşviklerden yararlanmaya engel teşkil eder mi?

(Danıştay Dördüncü Dairesinin 14.03.2013 tarih ve E:2012/2729 K:2013/1376 sayılı kararı)

Dosyanın incelenmesinden, davacı şirket ile ortakları aynı olan bir başka şirketin Kurumlar Vergisi Kanunu'nun geçici 5. maddesi kapsamında birleşmesi nedeniyle anılan teşvikten yararlanmak için verilen ihtirazi kaydın, bu birleşmenin ilişkili kişi sayılanlar tarafından istihdamın veya faaliyetin kaydırılması gibi sadece teşviklerden yararlanmak amacıyla yapılmış olduğu belirtilerek kabul edilmediği, Mahkemece de aynı gerekçeye yer verilerek davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.

Ancak, sadece birleşmenin ilişkili kişiler arasında gerçekleştirilmiş olması Kanunda yer alan teşviklerden yararlanmaya engel teşkil etmez, bununla birlikte Kanunda belirtildiği şekilde birleşmenin istihdamın veya faaliyetin kaydırılması gibi sadece teşviklerden yararlanmak amacıyla yapıldığının tespiti gereklidir. Olayda bu yönde yapılmış bir tespit olmadığı gibi davacı tarafından ibraz edilen yeminli mali müşavir tespit raporunda, birleşme sonucunda karlılığın ve istihdamın arttığına ilişkin tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir. Bu nedenle eksik incelemeye dayalı olarak davacının ihtirazi kaydının kabul edilmemesi suretiyle yapılan işlem Kanuna uygun olmadığından aksi yöndeki Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

2. Katma Değer Vergisi Kanunu

Mücbir sebep bulunmaksızın defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmeyen mükellefin KDV indirimi reddedilebilir mi?

(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 26.12.2012 tarih ve E:2010/707 K:2012/618 sayılı kararı)

Yasada öngörülen zorunluluğa karşın, usulüne uygun olarak verilen süre içerisinde, haklı mazeret olmaksızın, belge ve defterlerin ibrazından kaçınılması, vergi idaresinin denetiminden saklanılmak istenilen kimi durumların olduğu ve bunların karşıt inceleme yoluyla ortaya çıkarılmasının engellenmesinin amaçlandığı anlamına gelir.

Vergi Usul Kanunu'nun 30. maddesinin 2. fıkrasının 3. bendinde, bu Kanuna göre tutulması zorunlu olan defterlerin hepsinin veya bir kısmının vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlara herhangi bir sebeple ibraz edilmemesinin, dönem matrahının re'sen takdirini gerektiren, ayrı bir durum olarak öngörülmüş olmasının nedeni budur.

Bilindiği üzere; İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı başlıklı 2. maddesinin 2. fıkrasında idari yargı yetkisinin idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olduğu, idari mahkemelerin yerindelik denetimi yapamayacakları, yürütme görevinin kanunlar ile gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremeyecekleri hükme bağlanmıştır.

Bu hükme göre idari yargı yerlerinin denetim yetkisi, kanunların idari makamlara bıraktığı yetkilerin kullanılışının hukuka uygun olup olmadığının araştırılmasını kapsar; yoksa söz konusu yetkilerin idari yargı yerlerince kullanılması sonucunu yaratmaz.

2577 sayılı Kanun'un 20. maddesinde düzenlenen re'sen araştırma yetkisi, idarenin kendi yetkisini kullanarak yapmış olduğu inceleme ve araştırmaya dayalı idari işlemden kaynaklanan idari uyuşmazlığın çözümü için gerekli belge ve bilgilerin, davaya bakan yargı yerine sağlanması amacını, bir başka anlatımla dava konusu yapılan idari işlemin hukuka uygunluğunu denetleme amacını güder. Buna göre davacının tutum ve davranışı ile idarenin inceleme ve araştırma yapmasını önlemesi sonucu tesis edilen işlemin iptal davasına konu edilmesi durumunda, idari yargı yerinin idarece yapılamayan inceleme ve araştırmayı yapması idarenin yerine geçmesi sonucunu doğuracağından böyle bir inceleme ve araştırma yapılmasının re'sen araştırma yetkisinin kullanılması olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.

Böyle olunca; vergi mahkemelerinin vergi idaresine ait vergi incelemesi ve karşıt inceleme yapma yetkisinin kullanılışının hukuka uygunluğunu denetlemekle yetinecekleri; onların yerine geçerek, vergi incelemesi ve karşıt inceleme yoluyla defter kayıtlarının ve bu kayıtların dayanağı olan belgelerin gerçek durumla uyumlu olup olmadıklarını araştıramayacakları tabiidir. Bunun sonucu olarak, vergi incelemesi yapmaya yetkili denetim elamanına ibraz edilmediği için, biçimselliğinin gerçek mahiyetle uyumlu olup olmadığı tespit edilemeyen defter ve belgelerin, çıkan uyuşmazlık dolayısıyla açılan idari davada, karşıt inceleme yetkisi bulunmayan idari yargı yerince, davacı lehine verilecek karara dayanak alınması, vergilemede esas olan "gerçek mahiyet"in biçimselliğe feda edilmesi anlamına gelir ki, vergiyle ilgili muamelelerinin gerçek mahiyetlerini vergi idaresinin denetiminden kaçırmayı düşünen vergi mükelleflerinin, bunu sağlamak amacıyla, defter ve belgelerinin inceleme elemanı yerine yargı yerlerine ibrazını yeğlemelerine yol açabilecek böyle bir anlayışa Kanun Koyucu'nun izin vereceği düşünülemez. Bu bakımdan; gerçek mahiyetle uyumlu olduklarının, idari yargı yerince saptanmasına olanak bulunmayan defter ve belgelere dayanılarak, bir idari davada, davacı lehine karar verilemez.

Diğer taraftan idari yargı yerinin görevi idari işlemin tesis edildiği tarihte yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olup olmadığını denetlemek olduğu halde, idari işlemin tesis tarihinden sonra yargı yerince yapılacak veya bilirkişiye yaptırılacak inceleme ve araştırma sonucuna göre maddi olayda değişiklik olabileceğinden, uyuşmazlık hakkında karar verilmesi halinde idari yargı yerinin görevini belirtilen şekilde yerine getirdiği de söylenemez.

Öte yandan; Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 34. maddesinin birinci fıkrasında, yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisinin, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebileceği öngörülmüş; aynı Kanun’un 29. maddesinin üçüncü fıkrasında da, indirim hakkının, vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabileceği hükmü yer almış olup; buna göre, indirim hakkının, ilgili vesikaların anılan süre içerisinde yasal defterlere kaydedilmesi koşuluyla kullanılması olanaklı bulunmaktadır. Oysa; inceleme elemanına ibraz edilmeyen defterlerdeki kayıtların yasada öngörülen süre içerisinde yapıldığının, bu sürenin sona ermesinden sonra, mahkemece tespiti de olanaksızdır.

Olayda; temyize konu karara dayanak alınan defter ve belgelerin, davacıya usulüne uygun olarak tebliğ edilen yazı ile ibraz edilmesi istenilmiş olmasına rağmen, inceleme elemanına ibraz edilmediği sabittir. Davacı, ibraz etmeme keyfiyetine gerekçe olarak, hiçbir neden göstermediği gibi sadece şifahi olarak evrak, belgeler ile mal alış ve satış faturalarını inceleme elemanına götürdüklerini ancak, gerek olmadığı ifade edilerek alınmadığını ileri sürmektedir. Defter ve belgelerin muhafaza biçim ve süreleri ile ibraz yükümlülüğünü düzenleyen yasal hükümler karşısında, ileri sürülen bu hususların haklı mazeret olarak kabulü mümkün değildir.

Dolayısıyla, hiçbir mücbir sebep bulunmaksızın defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmeyen davacının daha sonra dava aşamasında bunları mahkemeye ibraz edebileceği yönündeki istemi vergi incelemesinden amaçlanan sonuçların ortadan kaldırılmasına sebebiyet verebileceğinden ve Katma Değer Vergisi Kanunu ile getirilen esaslara uygun olmadığından, ara kararı ile defter ve belgelerin mahkemeye ibrazının istenmesi ve bu defter ve belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak karar verilmesi hukuka uygun görülmemiştir.

Havaalanlarında pasaport kontrolünden geçildikten sonraki alanlarda yapılan işlemler KDV’ye tabi midir?

(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 26.11.2012 tarih ve E:2009/3992 K:2012/7621 sayılı kararı)

Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 13. maddesinin (b) bendinde, deniz ve hava taşıma araçları için liman ve hava meydanlarında yapılan hizmetlerin vergiden istisna olduğu kuralına yer verilmiş, aynı Kanun'un 17/4-0 maddesinde ise, gümrük antrepoları ve geçici depolama yerleri ile gümrük hizmetlerinin verildiği gümrüklü sahalarda, ithalat ve ihracat işlemlerine konu mallar ile transit rejim kapsamında işlem gören mallar için verilen ardiye, depolama ve terminal hizmetleri ile vergisiz satış yapılan işyerlerinin ve bu işyerlerine ait depo ve ardiye gibi bağımsız birimlerin kiralanması işlemlerinin vergiden istisna olduğu belirtilmiştir.

Havaalanlarında pasaport kontrolünden geçildikten sonraki alan “hava tarafı” olarak nitelendirilmekle birlikte, 3065 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre Türkiye'de yapılan teslim ve hizmetler vergiye tabi olduğundan, bu bölgede yapılan işlemler istisna hükmü olmadıkça vergiye tabi olacaktır. Davacı tarafından bu bölgedeki yönetim bürosu, depo, döviz büfesi, yiyecek-içecek ve ağırlama hizmeti verilen yerlerin kiralanmasının 3065 sayılı Kanun'un 13/b ve 17/4-o maddelerine göre katma değer vergisinden istisna olduğu ihtirazi kaydıyla beyanda bulunulmuştur. Ancak, Kanun’un 17/4-0 bendinde, gümrük antrepoları ve geçici depolama yerleri ile gümrük hizmetlerinin verildiği gümrüklü sahalarda; ithalat ve ihracat işlemlerine konu mallar ile transit rejimi kapsamında hizmet gören mallar için verilen ardiye, depolama ve terminal hizmetleri ile vergisiz satış yapılan işyerlerinin ve bu işyerlerine ait depo ve ardiye gibi bağımsız birimlerin kiralanması işlemleri, 13/b maddesinde ise; deniz ve hava taşıma araçları için liman ve hava meydanlarında yapılan hizmetler vergiden istisna edilmiştir.

Davacı tarafından kiraya verilen yerlerin Kanun'un 13/b ve 17/4-0 maddesi kapsamına girmediği açık olduğu ve yasalardaki istisna hükümlerinin genişletici yoruma tabi tutulmasına olanak bulunmadığından, bu yerlerin kiraya verilmesinin vergiye tabi olmadığı yolundaki ihtirazi kayıt kabul edilmeden tahakkuk ettirilen katma değer vergisinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

İdarelerin zorlaması sonucu ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere dayanılarak tarh edilen vergi ile kesilen cezalarda hukuka uygunluk var mıdır?

(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 13.12.2012 tarih ve E:2010/4896 K:2012/9474 sayılı kararı)

Beyan olunan matrah üzerinden tarh olunan vergiye karşı mükelleflerin dava açamayacakları kabul edilse de, İdari Yargılama Usulü Kanun'un 27. maddesinin 3. bendinde yer alan ve ihtirazi kayıtla verilen beyannamelerle ilgili kural dikkate alındığında, ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı da dava açılabileceği, dolayısıyla yükümlülerin beyan ettikleri matrah için ihtirazi kayıt koymalarının mümkün olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle beyanname verilen bir dönem için mükelleflerin daha sonra ilk beyan edilen bilgileri değiştiren ikinci bir beyanname vermeleri ve verecekleri bu beyannamelere ihtirazi kayıt koyarak dava açabilme hakları saklı tutulmaktadır.

Mükelleflerin Vergi Usul Kanunu'nun 371. maddesi hükmünde yazılı koşullarla kendiliklerinden pişmanlık dilekçesi ile birlikte yeni bir beyanname vermeleri söz konusu olmakla birlikte, çoğunlukla idarenin baskısı sonucu ikinci bir beyanname verildiği durumlarla da sık sık karşılaşılmakta, hatta verilen beyannameye dava açma hakkını saklı tutan ihtirazi kayıt konulmasına idarece izin verilmediği, aksi halde beyannamenin kabul edilmediği gözlemlenmektedir

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 73. maddesinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulup, değiştirileceği veya kaldırılacağı kuralına yer verilmiştir. Yetkileri ve tüm eylem ve işlemleri kanunda belirlenmiş vergi idaresine tüm olasılıkların önceden kestirilememesi nedeniyle giderek daha geniş yetkiler verilmekteyse de, idare bu yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerini, Anayasa ve kanunların özünü ve ruhunu, yargı içtihatlarını ve idari gelenekleri dikkate almak durumundadır. Hukukun üstünlüğü için kanunların varlığı yeterli değildir, o kanunların adalete ve hakkaniyete de uygun olması gerekir. Vergilendirme yetkisinin temel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi nedeniyle, bireylerin devlet müdahalelerinden önceden haberdar olması ve geleceğe ilişkin planlarını buna göre yapabilmeleri hukuk güvenliğinin bir gereğidir.

İdare hukukunda özel hukuktan farklı olarak idarenin tek taraflı irade beyanı hukuki sonuç doğurmaya yeterli olsa da, olayda olduğu üzere vergi beyannamesi vermek gibi, mükelleflerin özgür irade beyanı üzerine vergi tarh ve tahakkuk ettirilmesi gibi idari işlemlerin tesis edildiği durumlarda bu irade beyanlarının her türlü sakatlıktan, iradeyi bozucu etkenlerden uzak olarak oluşması gerektiği açıktır. İrade beyanını sakatlayıcı durumların söz konusu olması halinde bu beyana dayanılarak tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olduğundan söz edilemez.

Sahte fatura kullanımının azaltılması amacıyla vergi idaresince sakıncalı yada şüpheli bazı durumları tespit edilen mükellefler izlenmekte ve bu amaçla "olumsuz mükellefler listesi" olarak adlandırılan ve kamuoyunca "kod listesi" olarak da ifade edilen bir uygulama yürütülmektedir. Bu uygulamaya göre, olumsuzlukları bulunan mükellefler çeşitli kriterlere göre sınıflandırılmakta ve bu suretle oluşan listeler veri tabanına aktarılmaktadır. Kod listesine giren mükelleflerin sayısının çokluğu nedeniyle, bu mükelleflerin haklarında kısa sürede vergi incelemesi yapılamadığından, Kod listesine alınan mükelleflerden fatura alan mükellefler uyarılmak suretiyle bu faturaların gelir, kurumlar ve katma değer vergisi indirimlerinde kullanılmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır.

Uygulamada vergi dairelerinin; olumsuz mükellefler listesine girmiş bir mükelleften mal ve hizmet alan diğer mükellefleri, yazılı ya da sözlü olarak "koddaki mükelleflerden yapılan alışlara ait faturaları KDV beyanlarından çıkarmaları, yani bu faturalara ait katma değer vergilerini indirim konusu yapmamaları, bu suretle düzeltme beyannamesi vermeleri veya dört katı tutarında teminat göstermeleri veya yeminli mali müşavir raporu ibraz etmeleri, aksi halde olumsuz mükellefler listesine dahil edileceği ve incelemeye alınacakları" yönünde uyardıkları görülmektedir. Birçok firma incelemeye maruz kalmamak için idarenin bu talebini yerine getirmekte ve ilave vergi tahakkukunu faiziyle birlikte ödemek zorunda kalmaktadır.

Vergi idaresinin bu uygulaması, kod listesine alınan mükelleflerden mal ve hizmet alan tüm mükellefleri de etkileyen bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Böylece kod listesindeki mükelleften mal almama şeklinde ifade edilebilecek bir davranış tarzı da ortaya çıkmaya başlamıştır ki, bu durum özellikle iyi niyetli mükellefler üzerinde haksız rekabet baskısına da yol açmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacıya faturalarını kullandığı şirketler hakkında sahte fatura düzenledikleri hususunda rapor bulunduğu belirtilerek, söz konusu faturaların katma değer vergisi indirimleri arasından çıkarılması suretiyle ilgili dönemler için vergi kanunlarında yer almayan ancak uygulamada "düzeltme beyannamesi" denilen ikinci bir beyanname vermesi gerektiği aksi halde kendisinin de kod listesine alınacağı uyarısı yapılarak yeniden beyanname vermesi sağlanarak dava konusu katma değer vergisi, damga vergisi ve gecikme faizi tahakkuk ettirildiği ve vergi ziyaı cezası kesildiği anlaşılmaktadır.

Bakılan davada katma değer vergisi beyannamelerini veren davacının daha sonra ihtirazi kayıt konulmak suretiyle ikinci bir beyanname daha vererek ilk beyannamede yer alan indirime konu bazı faturaların beyannameden çıkarılması sağlanmıştır. Davacının aleyhine olan bu durumun kendi iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan sayılamayacağından davacının verdiği ikinci beyannamenin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemez. Davalı idarece, davacının indirim veya iade konusu yaptığı bazı faturaların sahte olduğunun ileri sürüldüğü durumlarda, bu hususun 213 sayılı Yasa’nın 134. maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde vergi incelemesine konu yapılarak açıkça ortaya konulması gerekmektedir.

Olayda ise davalı idarece 213 sayılı Yasa'da belirtilen tarhiyat şekilleri ve vergi incelemesine ilişkin hükümler göz ardı edilmiş olup, davacının kod listesine girmemek amacıyla düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda davacı hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesine girmemek amacıyla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen vergi ziyaı cezasında yasal isabet görülmemiştir.

3. Damga Vergisi Kanunu

İthal edilen araçların finansmanında kullanılan kredinin teminatı olarak düzenlenen rehin sözleşmesi damga vergisi ve harçtan istisna mıdır?

(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 21.11.2012 tarih ve E:2011/369 K:2012/386 sayılı kararı)

Dava yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen araçların finansmanında kullanılan kredilerin teminatı olarak düzenlenen rehin sözleşmelerinin damga vergisi ve noter harcından istisna olup olmadığına ilişkindir.

Davacı tarafından yatırım teşvik belgesi kapsamında ithal edilen araçların finansmanında kullanılan kredilerin teminatı olarak düzenlenen rehin sözleşmeleri için ihtirazi kayıtla noterde ödenen damga vergisi ve noter harcı ile değerli kâğıt, sair tahsilât ve katma değer vergisinin iadesi istemiyle açılan davada, ödenen damga vergisi ve noter harcının davacıya iadesine ilişkin vergi mahkemesi ısrar kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiştir.

Damga Vergisi Kanunu'nun 9. maddesinde, bu Kanun’a ekli (2) sayılı tabloda yazılı kâğıtların damga vergisinden müstesna olduğu hükme bağlanmış; (2) sayılı tablonun "Ticari ve medeni işlerle ilgili kâğıtlar" başlıklı IV. bölümünün 5035 sayılı Kanun'la değişik 23. bendinde; bankalar, yurt dışı kredi kuruluşları ve uluslararası kurumlarca kullandırılacak kredilerin temini ve geri ödenmesi amacıyla düzenlenecek kâğıtlar ile bu kâğıtlar üzerine konulacak şerhler, damga vergisinden istisna edilen kâğıtlar arasında sayılmış; Harçlar Kanunu'nun 123. maddesinin yine 5035 sayılı Kanun'la değişik son fıkrasında da, bankalar, yurt dışı kredi kuruluşları ve uluslararası kurumlarca kullandırılacak kredilerin temini ve bunların teminatları ile geri ödenmelerine ilişkin işlemlerin harca tabi tutulmayacağı hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlere göre vergilendirmeye konu rehin sözleşmelerinin damga vergisi ve harçtan müstesna tutulabilmesi için finansmanı sağlayan ve rehin sözleşmelerinin tarafı olan firmanın; maddelerde değinilen "banka", "yurt dışı kredi kuruluşu" veya "uluslararası kurum"; rehin sözleşmelerinde atıf yapılan finansman sözleşmelerinin de "kredi sözleşmesi" niteliğinde olması gerekmektedir.

Kredi veren firmanın ana sözleşmesinin 3. maddesinde; şirketin faaliyet konusunun; banka faaliyetlerinde, kredi piyasası şirketi kanununda belirtilen faaliyette veya hisse senedi ticareti kanunu uyarınca izin gerektiren faaliyetlerde bulunmadan, şirketler grubu için finans faaliyetlerinde ve şirketler grubuna veya başka şirketlere sağlanan teçhizat ve sistemlerle ilgili faaliyetlerde bulunmak olduğu belirtildiği gibi firmanın 2006 hesap yılına ait yıllık rapor içeriğinde yer alan bulunan yönetim kurulu raporunda şirketin faaliyet alanının, genelde şirketler grubu içerisindeki firmalar tarafından satılan ürünlerin kiralanması ve finanse edilmesi olduğu ifade edilmiştir.

Değinilen belgelerde şirketler grubunca, banka faaliyetlerinde bulunulmayacağı taahhüt edilerek, finans faaliyetleri yalnızca kendi grubu içinde yer alan şirketlere hasredildiğinden, bu firmanın finans faaliyetlerinden, isteyen herkesin yararlanması mümkün olmadığı gibi niteliği ve yürüttüğü finans faaliyetlerinin kapsamı göz önüne alındığında, firmanın uluslararası kurum ya da yurt dışı kredi kuruluşu olarak nitelendirilmesi olanaklı görülmemiştir.

Vergilendirmeye konu rehin sözleşmelerinin, "Yurt dışı kredi kuruluşları ve uluslararası kurumlarca kullandırılacak kredilerin temini" amacıyla akdedildiği kabul edilemeyeceği için damga vergisi ve harçtan müstesna tutulamayacağından, aksine yargı ile verilen damga vergisi ve noter harcının davacıya iadesine ilişkin vergi mahkemesi ısrar kararı hukuka uygun görülmemiştir.

4. Vergi Usul Kanunu

Tasfiyesi tamamlanarak tüzel kişiliği sona eren dernek adına tahakkuk ettiği halde vadesinde ödenmeyen vergiler için, derneğin kanuni temsilcisi takip edilebilir mi?

(Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 26.09.2012 tarih ve E:2012/168 K:2012/322 sayılı kararı)

Kanuni temsilcilerin ödevini ve bu ödevlerin yerine getirilmemesi halinde sorumluluklarını düzenleyen Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca kanuni temsilcinin takip edilebilmesi için, öncelikle asıl borçlu tüzel kişilik adına hukuka uygun olarak yapılmış bir vergilendirme bulunması, bu vergilendirmenin kesinleşmesi ve tüzel kişiden usulüne uygun şekilde aranmasına karşın borcun tamamı veya bir kısmının tahsil edilememiş olması gerekmektedir.

Bu sorumluluk tüzel kişiliğin tasfiyeye girmesi ya da tasfiye edilmesi halinde tasfiyeden önceki dönemlere ait olan vergilendirmeler açısından devam etmekle birlikte, tasfiyesi tamamlandıktan sonra yapılacak vergilendirmeleri ise; tasfiyesi tamamlanarak hukuk aleminden kalkan tüzel kişilik adına vergilendirme yapılamaması nedeniyle kapsamamaktadır.

Bu çerçevede, tüzel kişiliği sona eren dernek adına yapılan vergilendirmeye dayalı kamu alacağının dernekten tahsil olanağının bulunmadığı ileri sürülerek kanuni temsilcisi olan davacıdan tahsili amacıyla ödeme emri düzenlenmesinde ve düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki ısrar kararında hukuka uygunluk yoktur.

Geçmiş dönemleri kapsayacak şekilde vergi mükellefiyet tesisi halinde, mükellefiyetin tesis edildiği tarihe kadar ki dönemler için beyanname verilmemesi durumunda, beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle ceza kesilebilir mi?

(Danıştay Dördüncü Dairesinin 07.02.2013 tarih ve E:2012/6286 K:2013/462 sayılı kararı)

Mükellefin işe başladığı tespit edilen tarih esas alınarak, geçmiş dönemleri de kapsayacak şekilde mükellefiyet tesis edilmesi halinde, işe başlama tarihi ile mükellefiyetin tesis edildiği tarih arasındaki dönemlerde elektronik ortamda beyanname verilmesi hukuken ve fiilen mümkün olmadığından, dava konusu özel usulsüzlük cezalarını kaldıran Mahkeme kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yatırım teşvik mevzuatı koşullarına aykırı hareket edilmesi halinde, KDV Kanunu'nun 13/2 maddesi gereğince uygulanacak cezayı kesme yetkisi hangi idarenindir?

(Danıştay Yedinci Dairesinin 21.12.2012 tarih ve E:2012/4237 K:2012/7610 sayılı kararı)

İlgililerce ithali gerçekleştirilen eşyayla ilgili olarak alınması gereken ithalat vergilerinin tarh, tahakkuk ve tahsiline gümrük idarelerinin yetkili bulunduğu açık olup, vergi alınmasını gerektiren eyleme, Kanun Koyucu tarafından, aynı zamanda yaptırım uygulanmasının hüküm altına alındığı hallerde, anılan yaptırımı uygulamaya yetkili idarenin, vergilerin tarh, tahakkuk ve tahsiline yetkili olan gümrük idareleri olduğu konusunda duraksamaya yer yoktur.

Olayda, yatırım teşvik mevzuatı koşullarına aykırı hareket edildiğinden bahisle, Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 13. maddesinin (d) bendinin yaptığı gönderme nedeniyle, Vergi Usul Kanunu’nun 344. maddesinin 2. fıkrası gereğince, kesilen vergi zıyaı cezasının dayanağı katma değer vergisinin, davacı tarafından gerçekleştirilen ithalat işleminden doğduğu hususu tartışmasız olup, yukarıda sözü edilen mevzuatın vergi alınmasını gerektiren fiile bağladığı bir yaptırım olan vergi zıyaı cezasının, ithalat vergilerinin tarh, tahakkuk ve tahsiline yetkili olan gümrük idaresince kesilmesi gerekirken, vergi dairesi müdürlüğünce kesilmesinde yetki yönünden hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Başka bir dönem için başlatılmış olan vergi incelemesi, pişmanlıkla beyanname vermeye engel midir?

(Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 17.09.2012 tarih ve E:2009/3957 K:2012/4625 sayılı kararı)

Vergi Mahkemesince, davacının defter ve belgelerinin vergi incelemesinde olduğu gerekçesiyle pişmanlık talebinin kabul edilmeyerek kesilen cezaya yönelik olarak açılan davanın reddi yolunda karar verilmiştir.

Dosyada bulunan vergi dairesi yazısında, davacı hakkında 2006/Aralık dönemine ilişkin olarak vergi incelemesi bulunmadığı, incelenen dönemlerin 2007/Haziran ve Temmuz dönemleri olduğu belirtildiğinden, pişmanlık talebinin kabul edilmemesi suretiyle kesilen cezada yasaya uygunluk bulunmamaktadır.

Adi ortaklık adına kesilen cezalara karşı ortaklardan herhangi birisi dava açabilir mi?

(Danıştay Dördüncü Dairesinin 07.02.2013 tarih ve E:2011/9474 K:2013/456 sayılı kararı)

Borçlar Kanunu'nun 533. maddesinde, kendisine idare görevi yüklenen ortağın şirketi ve bütün ortakları üçüncü şahıslara karşı temsil etmek hakkını haiz sayılacağı, 534. maddesinde, aksine bir anlaşma bulunmadıkça ortakların birlikte veya bir mümessil vasıtasıyla yaptıkları muamelelerden doğan borçlardan müteselsil sorumlu oldukları, aynı Kanun’un 530. maddesinde ise, şirket sözleşmesinde aksine hüküm olmadıkça şirketi idare eden ortak ve diğer ortaklar arasındaki münasebetin vekâlet hükümlerine tabi olduğu öngörüldüğünden özel bir yetkiyi haiz olmayan vekilin ortaklık adına dava takibi mümkün değildir.

Adi ortaklık adına kesilen cezalara ilişkin ihbarnamelerin ortaklardan birine tebliğ edilmesi yerinde ise de, yukarıda belirtilen madde hükümleri uyarınca cezanın tümüne karşı dava açılabilmesi ancak davacının diğer ortakları temsil yetkisine sahip olması ile mümkündür. Bu durumda Mahkemece davacının diğer ortaklar adına dava açma ve takibine dair yetkisi bulunduğuna ilişkin belge istenerek veya diğer ortakların davaya muvafakati sağlanarak dilekçe usulüne uygun hale getirildikten sonra karar verilmesi gerekmektedir.

5. 6183 Sayılı Kanun

Limited Şirket ortağı şirketin kesinleşmiş borçlarından dolayı sorumlu tutulabilir mi, tahakkuka gerek var mı, ödeme emri ile takibi yapılabilir mi?

(Danıştay Yedinci Dairesinin 12.03.2013 tarih ve E:2010/176 K:2013/1030 sayılı kararı)

Dosyanın incelenmesinden; davacının ortağı bulunduğu ... Tekstil Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi adına tescilli serbest dolaşıma giriş beyannameleri ile yatırım teşvik belgesi kapsamında ithalatın gerçekleştirilmesinden sonra, teşvik şartlarının ihlal edildiğinden bahisle, eşyaya ait gümrük ve katma değer vergileri ile kaynak kullanımını destekleme fonu payı tahakkuk ettirilerek Şirket adresine tebliğe çıkarıldığı, adresinde bulunamaması nedeniyle Resmi Gazete'de yapılan ilanen tebligat sonucunda da vergi ve fon paylarının ödenmemesi üzerine, hesaplanan gecikme faizi ve cezai faiziyle birlikte, vergi ve fon paylarının davacı adına tahakkuk ettirildiği, tahakkuk işlemlerine yapılan başvuruların reddine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açılan davada, Mahkemece, istemin özeti bölümünde yazılı gerekçeyle karar verildiği anlaşılmıştır.

6183 sayılı Kanun'un 4369 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle değişen 35. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan şeklinde, limited şirket ortaklarının şirketten tahsil imkânı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacağı ve bu Kanun hükümleri uyarınca takibe tabi tutulacağı; 55. maddesinde ise, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı belirtildikten sonra, ikinci fıkrasında; ödeme emrinde borcun aslı ve ferilerinin mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödenmediği veya mal bildiriminde bulunulmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar hapis ile tazyik olunacağının kayıtlı bulunacağı düzenlenmiştir.

Yukarıda yer verilen kanun maddelerinin değerlendirilmesinden, limited şirket ortağının, Şirketten tahsil imkânı kalmayan ve kesinleşmiş amme alacağından dolayı sorumlu tutulabileceği, bu aşamada, yani Şirket adına kesinleşen vergiler nedeniyle ortağın takibinin ise, 6183 sayılı Kanun uyarınca tesis edilecek işlemlerle mümkün olabileceği, şirket adına tahakkuk ettirilmesi gereken verginin ortak adına tahakkuk ettirilmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu durumda; olayda Şirket adına tahakkuk ettirilen vergi ve fon paylarının kesinleşmesinden sonra, ortak adına, 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ödeme emri düzenlenmesi gerekirken, Şirket adına tahakkuk ettirilen vergi ve fon payları kesinleşmeden, davacı adına yapılan tahakkuk işlemleri, davacının hukuki durumunu etkileyen ve idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu işlemler niteliğinde değildir. Bu işlemlerin tebliği üzerine 4458 sayılı Kanunda öngörülen idari başvuru yollarının tüketilmesi de bu niteliğini değiştirmez. Dolayısıyla, incelenmeksizin reddi gereken davanın reddi yolunda yazılı gerekçeyle verilen kararda sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmemiştir.

Yukarıda özetlenen kararlar ile diğer çok sayıda kararın tam metni, Danıştay Dergisinin 133. sayısında yer almaktadır. pwc

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti. / www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz.