Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Mustafa Uysal - Yabancıya neden 'sıfır'? (05.02.08) PDF Yazdır e-Posta
05 Şubat 2008

Gelir Vergisi Kanunu'nun Geçici 67. maddesinde, 23.07.2006 tarihinden itibaren yapılan degişikle; Türkiye'de ikamet etmeyen yabancı kişilerin  menkul kıymet gelirleri vergi dışı bırakılmıştı. Mevduat faizleri ile repo kazançları açısından ise yerli ve yabancının %15 oranında eşit vergi ödemesinin aynı şekilde devam etmesi öngörülmüştü. Ankara 3. Vergi Mahkemesi, Anayasa'nın 10'uncu ve 73'üncü maddelerine aykırılık açısından, bu düzenlemeyi  Anayasa Mahkemesi'ne intikal ettirdi.
Konu Anayasa Mahkemesi tarafından derinlemesine incelenip nihai karar elbette en doğru şekilde verilecektir. Biz konuyu vergileme ilkeleri ve ekonomi açısından irdelemeye çalışalım.
Yerli- yabancı ayırımı sadece menkul kıymet kazaçlarında ortaya çıkmıyor. Biraz farklı olsa da katma değer vergisinde de benzeri bir durum sözkonusu. Diyelim ki yurt dışında yaşayan bir yabancı, yurt dışına götürmek için Türkiye'den halı almış olsa, KDV ödemiyor. Buna karşılık aynı ürünü Türkiye'de yaşayan kişi alırsa, KDV ödüyor. Bu eşitsizlik anlamına gelir mi? Uluslararası vergi uyumlaştırması, bu konuda malların "vardığı ülkede vergilendirilmesini"  benimsemiş. O nedenle ihracat işlemlerinden hiçbir ülke KDV almıyor.
Tasarrufların vergilendirilmesinde de uluslararası uyumlaştırma çabalarının sürdürüldüğünü görüyoruz. Avrupa Birliği, henüz uyum zorunluluğu olmasa da "tasarrufların vergilendirilmesi" direktifinde, "ikamet ilkesi" getiriyor. Özetle, kişi hangi ülkede ikamet ediyorsa tasarrufları vergileme hakkı o ülkeye ait oluyor. Türkiye'nin de anlaşmalarına temel aldığı, OECD Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmaları modelinde, menkul kıymetlerden elde edilen gelirlerin vergilendirilmesi, genel kabul olarak, "kaynak ülke" yerine "mukim ülke"ye bırakılmıştır. Bu durumlarda eşitlik ilkesine aykırılık iddiasında bulunabilecek miyiz?
Bu sorularla kasdimiz, asla "yabancılardan vergi almayalım" anlamına gelmemeli. Hani derler ki "Vergi verdiler de biz mi almadık?" Keşke vergi tabanımız uluslararası alanda olabildiğine genişletilebilse de yurt içinde yaşayanlarımızın yükü olabildiğince azaltılabilse. Sadece Vergi Kanunu yaparak bu amaca ulaşabilmek bu kadar kolay olsa, ne güzel olurdu. "Yaptım kanunu, ver bakalım vergiyi!" Ancak böyle olmuyor. Tersine, uluslararası vergi rekabeti, yatırımcıları en uygun vergi ortamlarına çekme yarışını hızlandırıyor.
Ekonomiye uymayan vergiden sonuç alınır mı?
Vergi sonuçta ekonomik faaliyetler ve ekonomideki değerler üzerinden alınıyor. Dolayısıyle vergi kanunlarının ekonomi ile uyumluluğu önemli. Vergi sistemiz, ekonomiyi hem kavrayacak ve hem de geliştirecek bir vizyonuna sahip olmalı. Bu gerçek gözden kaçırılırsa, ekonominin zarar görmesi yanında vergi kanunlarından da istenilen verim elde edilemez.
Vergi sistemi ekonomik amaç taşırken, elbette sosyal amacı da gözetmek zorundadır. Nitekim, temel gıda ürünleri, sağlık ve eğitim harcamalarında KDV'nin düşük oranlı olması, asgari geçim indirimi, sakatlık indirimi gibi düzenlemeler sosyal amaç örnekleri olarak gösterilebilir. Elbette bunlar daha etkin hale getirilmeli, özellikle dolaylı vergilerde, düşük gelirlilerin yükü olabildiğince azaltılmalıdır.
Önce vergilendi, sonra kaldırıldı.
Konumuza dönersek, Gelir Vergisi'nin Geçici 67. maddesinde, menkul sermaye kıymetlerinin vergilendirilmesinde, başlangıçta yerli-yabancı ayırımı gözetilmeden herkesin kaynakta %15 vergi ödemesi öngörülmüştü. Sonuçta yabancı yatırımcılar alım emirlerini yurt dışına; Türkiye ile çifte vergileme anlaşmasında vergi avantaji sağlayan ülkelere kaydırdılar. Dolayısıyle vergi alınamadı. Üstelik Türkiye'de yabancılarla iş yapan aracı kurumların iş hacimleri de geriledi. Böylece bu kurumlar üzerinden alınan kurumlar vergisi ile çalışanlarının ödediği ücret vergisi de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Üstelik Türkiye'ye sermaye akışında da suni bir engel oluştu. Diğer taraftan, "İstanbul Finans Merkezi" projesinin önü de tıkanır hale geldi.
Şimdi siz cevap veriniz. Bu durumda nasıl davranırdınız?
Sonuçta, "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmayalım" yaklaşımı ile "Türkiye'de ikamet etmeyenlerin vergisi sıfırlanmak zorunda kalındı.
Kapalı ekonomiden küresellşmeye
Küreselleşme eğilimleri, ülkelerin vergileme rejimlerini ister istemez etkiliyor. Bizim vergi sistemimiz ise kapalı ekonomi dönemlerinin izlerini taşıyor. Zihinlerimiz ise hep bu dönemin öğretilerine takılmış ve şartlanmış durumda.
Oysa ki Dünyanın gerçekleri öyle değil. Yıllar önce Gelir Vergimizin artan oranlı tarifesi %70'lere kadar yükseliyordu. Şimdi ise düz ve düşük oranlı tarifelerin vergi uyumunu artırdığı, ekonomide de verimliliği yükselttiği tartışılıyor.
Ülkemiz daha çok yatırım yapmak, sayıları artan işsizlerimize iş alanları açmak zorunda. Bunu sağlamada iç tasarruflarımız maalesef yeterli değil. Ödemeler dengemizde cari açığa yansıyan bu ihtiyaç, dış tasarruflarla karşılamak zorunda. Büyüme modelimiz de yapısal olarak buna dayanıyor.
"Sermaye gelmezse gelmesin" derseniz, zaten vergi alınacak bir durum ortaya çıkmadığı gibi, bunun yanında işsizliğin doğurduğu gelir dağılımı bozukluğu, daha da ağırlaşarak sosyal yapımızı tehdit eder hale geliyor.
İşte vergilemede sosyal amaç ile ekonomik amaç bu noktada birleşiyor. Yabancı tasarruflara vergi dediğinizde, hem vergi alamıyorsunuz, hem de tasarruf açığına ve işsizliğin artmasına yol açıyorsunuz.
Sorunun cevabı ise ortaya çıkıyor. Ekonominin şartlarına aykırı düzenlemeler, sonuçta sosyal yapıya da zarar verir hale geliyor.

 

http://www.dunyagazetesi.com.tr/yazar.asp?authId=51