Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Umurcan Gago - Hejettin bey ve fonları - 2. bölüm (09.01.08) PDF Yazdır e-Posta
09 Ocak 2008

Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

1. bölümün özeti: Finans sektöründe uzman bir vergi hukukçusu olan genç adam, birkaç günlük bir tatil yapmak üzere Londra'ya doğru yola çıkmıştır. Bindiği uçakta yanındaki koltuğa Hindistan dolaylarından bir İngilizce'ye sahip, ama doğuştan Britanyalı, hedge fon yöneticisi Bhat Hejettin oturur. Uçak havalandığı andan itibaren Hejettin, hedge fonlar konusunda konuşmaya başlamıştır. Genç adam çaresizlik içinde ama sabırla Hejettin'i dinlemektedir.

2. bölüm, Bollywood filmlerini aratmayacak şekilde uçaktaki tüm yolcuların eşgüdümlü ve ritmik dansları ile açılır. Yolcuların bazıları dans etmekten bitap düşerek bayılınca, jenerik biter ve ilk sahne başlar. Hejettin ilk bölümde bıraktığı yerden konuşmasına devam etmektedir.

Özel sermaye fonları ve hedge fonlarda en önemli vergi sorunu nedir? (1. sahne)

ÖSF'de ve özellikle hedge fonlarda son dönemde en çok öne çıkan sorun, sınırsız sorumlu ortaklar tarafından elde edilen carried interest'in karakteri. Yani değer artış (sermaye) kazancı olarak mı, yoksa ücret veya serbest meslek kazancı olarak mı vergilendirileceği. Birçok ülkede bu ayırım büyük önem taşıyor. Değer artış (sermaye) kazançlarının diğer gelir tiplerine göre düşük oranda vergilemeye tabi olduğu ve/veya elde tutma süresine bağlı olarak istisnaların uygulandığı, yani sermaye kazançlarının avantajlı bir vergilemeye tabi olduğu ülkelerde bu sorun çok daha önemli. Örneğin, ABD'de son altı aydır herkes bu konuyu tartışıyor. Tabii burada "herkes" ile Miami'de surf yapan üçgen vücutlu kardeşlerimizi, kafasına birkaç numara büyük ve etiketi çıkartılmamış Yankee şapkasıyla Bronx'da sallanarak dikilen zencileri kastetmiyorum. Daha çok gözümüzde "gözlük-düşük omuz- seyrek veya beyaz saç- öne doğru kendini salmış kallavi bir göbek" ile canlandırabileceğimiz evrensel vergici tipine uygun kişileri, paraya para demeyen Manhattan vergi avukatlarını, senatörleri, akademisyenleri, yatağa bile manşetli gömlek ile girdiği izlenimini veren hedge fon yöneticilerini kast ediyorum. Tartışma geçtiğimiz haziran ayında Temsilciler Meclisi'ne sunulan bir öneri ile iyice büyümüş durumda. Bu öneri ciddi destek bulmuş görünüyor. Eylül ayında da bu öneri kongrede görüşülmeye başlandı. Mesele şu: ABD'de mevcut vergi mevzuatına göre, şahıs ortaklıkları bünyesinde vergileme yapılmıyor. Şahıs ortaklıkları vergisel olarak "şeffaf" kabul ediliyor. Yani vergi süjesi olarak görülmüyorlar. Onlar tarafından elde edilen gelir, gelirin kaynağına göre belirlenen karakterini korumak suretiyle, ortaklar nezdinde vergilemeye tabi tutuluyor. Yani, şahıs ortaklığı bir sermaye varlığını elden çıkartmak suretiyle gelir elde etmişse, bu gelir değer artış (sermaye) kazancı olarak, payları oranında, ortaklar nezdinde vergileniyor. Bu nedenle, sınırsız sorumlu ortaklar ÖSF'den aldıkları carried interest nedeniyle, ÖSF tasfiye olduğunda (yani tüm varlık portföyü elden çıkartıldığında) vergileniyorlar. Üstelik bireysel yatırımcıların elde ettikleri kazanç diğer kazanç türlerine göre daha düşük oranda vergilemeye tabi olan değer artış (sermaye) kazancı olarak kabul ediliyor. İşte, rahatsızlığın sebebi de bu. Zira sınırsız sorumlu ortaklar koydukları sermaye ile tamamen orantısız bir şekilde, nerdeyse hiç sermaye riski üstlenmeksizin gelir elde ediyorlar. Önerilen değişiklikle sınırsız sorumlu ortakların bu tip kazançlarının koydukları sermaye ile orantılı olmayan kısmı, yatırım danışmanlığı veya portföy yönetim ücreti gibi bir ücret/serbest meslek kazancı olarak görülüp normal oranlarda (artan oranlı kümülatif) gelir vergilemesine tabi olması amaçlanıyor. Öte yandan bu öneriye şiddetle karşı çıkanlar da var. Bunlar şu retorik soruyu sorarak, itirazlarını dile getiriyorlar: "Bu kurucu-yöneticiler yatırımcılardan sermaye temin etmek yerine tamamen banka kredisi ile yatırımları finanse etmiş olsalar, elde etmiş oldukları kazanç değer artış (sermaye) kazancı olmayacak mıydı?" (Burada sizi daha fazla yormadan doğru cevabı söyleyeyim: "olacaklardı"). İşte ABD'de şu an yaşanan bu tartışmaların yakın gelecekte diğer ülkelere de sıçraması bekleniyor. Birçok ülkenin vergi idaresinin gözü kulağı bu gelişmelerde.

İkinci soru: ÖSF ve Hedge fonlarda düzenleme gerekli mi? (2. sahne)

1998 yılında Rusya'nın borçlarını ödeyemeyecek duruma düşmesiyle bu ülkede ciddi yatırımları olan ABD'li hedge fon şirketi Long Term Capital Management (LTCM) beş milyar dolar zarar ederek, kendi varlığının yirmi beş katı kadar borçlanmış olduğu bankaları da krize sürüklemişti. Krizin küresel bir durgunluğa yol açması ise yatırım şirketlerinden toplanan paralar sayesinde engellenmişti. FED, küresel pazarda önemli bir paya sahip olan LTCM'nin çöküşünün küresel bir krizi tetikleyeceği korkusuyla şirkete finansal olarak destek olmuş ve piyasaların daha da kötü etkilenmesi bu sayede önlenmişti. Bu gelişmeler bir süre sonra SEC'nin dikkatini hedge fonlara yöneltmesi sonucunu doğurmuştu. Hedge fonlar, 100 kişiden az yatırımcıya (ki bunların içindeki bireysel yatırımcıların belli bir gelir ve malvarlığına sahip "akredite bireysel yatırımcı" olması gerekiyor) veya "nitelikli yatırımcı"lara ve halka arz edilmeksizin satılmış olmaları koşuluyla menkul kıymet yatırım fonlarının tabi olduğu Yatırım Ortaklıkları Kanunu'ndan istisna tutuluyorlardı. Hedge fonların temel özelliklerinden biri sermaye piyasası mevzuatının sınırlayıcı kurallarına tabi olmamaları olduğundan, sermaye piyasaları için çok önemli hale gelmiş olan hedge fonları ürkütmek istemeyen SEC doğrudan hedge fonları düzenleme altına almak yerine, hedge fonların yöneticilerini (yatırım danışmanlarını) düzenleme altına almayı tercih etti. Amaç hedge fonların yatırım stratejilerine karışmak, yatırım alanlarını sınırlamak, faaliyetlerini şeffaflaştırmak değil, küçük yatırımcıların dolandırılmasını önlemekti. Bu kapsamda, 2004 yılının Aralık ayında SEC Yatırım Danışmanlığı Kanunu'na dayanarak "Hedge Fon Kuralları"nı yayınladı. Bu kurallar özü itibariyle yatırım danışmanlarının SEC'e kayıtlı olması zorunluluğunu öngören, ancak onbeş kişiden az sayıda müşteriye hizmet veren yatırım danışmanlarını bu yükümlülükten müstesna kılan Yatırım Danışmanlığı Kanunu'nundaki "müşteri" ifadesinin yorumunda bir farklılık yaratıyordu. O güne kadar herbir hedge fon SEC tarafından tek bir müşteri olarak kabul ediliyordu. Örneğin bir yatırım danışmanı ondört ayrı hedge fonun danışmanı (yöneticisi) olsa bile SEC'e kayıtlı olmak zorunda değildi. 2004 yılında getirilen kural ile iki yıldan daha kısa bir lock-up süresi bulunan hedge fonlarda pay sahiplerinden herbirinin ayrı bir müşteri addolunması esası benimsendi. Dolayısıyla, hemen hemen tüm hedge fonu yöneticileri (lock-up süresini en az 2 yıl olarak belirleyenler hariç) SEC'e kayıtlı olmak zorunda bırakılmıştı. Kayıt altında olmak bazı sınırlamalar (örneğin, performansa dayalı yönetim ücreti uygulanabilmesi için yatırımcıların herbirinin belirli bir malvarlığına sahip nitelikli yatırımcı olması gibi) ve bazı ek yükümlülükler (örneğin, SEC'nin incelemesine tabi olmak gibi) getiriyordu. Böylelikle SEC, hedge fonların küçük tasarruf sahiplerine pazarlanmasının önüne geçilmesini hedefliyordu. Ancak, Haziran 2006'da Philip Goldstein V., SEC davasına ilişkin kararı ile istinaf mahkemesi SEC'nin Hedge Fund Kuralları'nı iptal etti. Mahkeme SEC'nin "müşteri" kelimesini dilediği gibi yorumlama yetkisinin bulunmadığına, müşteri kelimesinden anlaşılması gerekenin hedge fonların yatırımcıları değil, öteden (1985) beri olduğu gibi herbir hedge fonun bizzat kendisi olduğuna hükmetti. Bu kararın ardından SEC Başkanı Christopher Cox yeni bir düzenleme için çalışmaların başladığını ilan etti. Karar son birkaç yılda sağlanmış olan düzeni bir anda bozmuştu. Wall Street'te herkes kararın sonuçlarını konuşuyordu. Tam bunların yaşandığı sırada yüksek borçlanma oranlarına bağlı olarak altı buçuk milyar dolar zarar açıklayan Amaranth Advisors LLC yaraya tuz basmıştı. Nihayet Aralık 2006'da SEC "akredite bireysel yatırımcı" tanımını ağırlaştıran bir öneri ile ortaya çıktı. ABD'de bunlar olurken, Atlantik'in diğer yanında da hedge fonlar mercek altındaydı. Genellikle hedge fonların Avrupa'da da nispeten gevşek düzenlemelere tabi tutularak desteklendiğini ama küçük yatırımcıların daha iyi korunabilmesi adına giderek şeffaflık ve gözetimin artırılmasını sağlayacak belli düzenlemelerin yapılmaya başladığını söylemek mümkün. Bu açıdan son dönemde Avrupa ülkelerinde yaşanan en önemli gelişme bu yıl uygulamaya giren bir direktif: Markets In Financial Instruments Directive (MiFID). MiFID AB Finansal Hizmetler Eylem Planı'nın bel kemiği. Avrupa'da rekabetin artırılması ve tüketicinin daha etkin korunmasını amaçlıyor. Dahası, MiFID hedge fonlar için de önemli bazı kurallar ve yükümlülükler getirmiş durumda. Çıkar çatışması bulunan hususların belirlenmesi ve yatırımcılara açıklanması; bunların önüne geçilmesi için etkin yöntem ve usullerin belirlenmesi ve bunların kayıt altında tutulması; şirket bünyesinde bağımsız ve etkin "mevzuata uygunluk" ve "risk yönetimi" işlevlerinin oluşturulması, bunlara ilişkin yöntem ve usullerin belirlenmesi; ilişkili kişilerle yapılan işlemlerde uygulanacak yöntemlerin belirlenmesi; kayıt tutma yükümlülüğü; yöneticilerin yatırımcılar adına gerçekleştirdikleri işlemlerin gerçekleştirilmesinde yatırımcıların çıkarlarını en iyi şekilde gözetecek uygulamaları tercih etme yükümlülüğüne tabi tutulması gibi.

Son (3. sahne)

Genç adam, Hejettin'in hedge fonlar üzerine monologundan bunalmıştır. Bol sitar ve rebaplı bir gazel kulaklarında giderek artan bir sesle yankılanmaya başlamıştır tekrar. Tüm bu duydukları ona çok uzak gelmektedir. Sözde hem AB üyeliğine hem de uluslararası finans merkezi haline gelmeye soyunmuş olan ülkesinde finans sektörünce tartışılan konular bu duyduğu konulardan çok farklıdır. "Bizde hâlâ SPK ile BDDK birleşsin, kardeşlik türküsü eşliğinde ve Allah'ın izniyle finansal piyasalarımızı Dubai modelinde örgütleyip, vergisiz bir cennet bahçesi yapalım, içinde kanatlı mani-hûri-törler neşe içinde kurşun sıkıp horon tepsin, bak o zaman gör sen nasıl da akacak dünyanın fonları güzel memleketimize, tarzında politikaları konuşmak modası var" diye düşünür içinden. Medeniyetlerin buluştuğu yer olarak tanıtılan, ama rahiplere günah değil, sadece bıçak çıkartılan ülkesinin geleceğinden endişe eder. Kalbi sıkışır, ruhu daralır. 3 saat 55 dakikalık bu yolculuk bitmek bilmemektedir. Önündeki koltuk üzerine üzerine gelmeye başlar. Üstelik Hejettin, hâlâ gözlerinin sarısını devirerek bir şeyler anlatmaya devam etmektedir. Nefes alamıyor gibi hisseder, "İnecek var" diye bağırmak ister geç adam. Ama "İnecek var" diyebilen fazıl ve saygın kişilerin başına gelenler gelir aklına. İşte tam o an mucizevi bir şekilde müzik susar, bir anda ortalık sessizleşir. Omzunda yumuşak bir el hisseder genç adam. Karşısındaki genç bayan, kibarca ve şefkatle "Beyefendi, beyefendi, iniş için alçalmaya başlıyoruz. Uyandırmak zorunda kaldım, özür dilerim. Lütfen koltuğunuzu öne alır, kemerinizi bağlar, kulaklığınızı iade edebilir misiniz?" der. (2. ve son bölüm bu sahne ile sona erer.)

 

http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=340517&dept_id=80