Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Adnan Nas - Sıkı bütçe politikası ve KDV artışları (08.01.08) PDF Yazdır e-Posta
08 Ocak 2008

Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Biliyorsunuz, geçen haftanın gündemine 30 Aralık 2007 tarihinde yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile katma değer vergisi oranlarında yapılan sürpriz değişiklikler damgasını vurdu. Turizmdeki 10 puanlık beklenen düşüş dışında diğer değişikliklerin tümü beklenmeyen artışlar şeklinde oldu. Değişiklikten etkilenen sektörlerin temsilcilerinin tepkileri ve ekonomistlerin eleştirileri doğal olarak yükseldi, muhtemelen bunları konunun hukuki niteliğini irdeleyen pek çok yorum izleyecek. Biz bugün bu değişikliklerin vergi ve bütçe politikası bakımından taşıyabileceği anlamın ve yatırım ortamı yönünden yapabileceği etkilerin üzerinde durmak istiyoruz.

Değişiklikler neden yapıldı?

Herkes gibi bizim için de sürpriz olan bu oran artışlarına neden gerek duyulduğu sorusunun cevabı sanırım çok karmaşık değil. Kapsam içindeki alan, ekonominin bütünü içinde sınırlı bir büyüklük oluşturduğuna göre makroekonomik politika amaçlı bir operasyon olmadığı açık. Finansal kiralama (leasing) işlemlerinde vaktiyle stratejik bir teşvik olarak uygulanan %1 oran dışında diğer değişikliklerde vergi tekniği ile ilgili bir gerekçeden de sözetmek zor. Bu durumda akla yakın gelen tek alternatif, 2007 yılı bütçe uygulamasındaki performans düşüklüğünün 2008'de tekrarlanmasını önleme kaygısı olarak ortaya çıkıyor.

Bu köşede 30 Ekim 2007'de yazdığımız 2008 yılı bütçesi ile ilgili yazıda vurguladığımız gibi, hükümet, son beş yıldaki ekonomik performansında kilit faktör olarak gördüğü mali disiplin ve bütçe dengesi ile kamu borçlarının milli gelire oranının düşürülmesi konularındaki kararlılığından vazgeçmeyi riskli buluyor. Kısa vadede kaçınılmaz olan cari açığın üstüne bir de bütçe açığını eklemek istemiyor. Bu nedenle bir yandan vergi idaresinin etkinliğini artırma ve kayıtdışını azaltma gibi uzun soluklu politikalar için irade beyanında bulunurken, diğer yandan geçmiş kazanımları korumak için kısa vadede sonuç alabileceği tedbirlere (harcamalarda manevra alanı kısıtlı olduğu için dolaylı vergilere) yöneliyor. Bu anlamda son kararları da 2008 bütçesinde %13 arttırılması öngörülen vergi hedeflerini tutturmanın bir parçası olarak görmek doğru olur. Ayrıca, temel faktör olmasa da, hükümetin KDV sistemini AB'de olduğu gibi iki oranlı bir hale getirme amacından da sözedilebilir.

Soru işaretleri

Ancak vergi oranı artışlarının, daha önceki uygulamaların aksine, kamuoyunda ve ilgili kurum ve sektörler ile tartışılmadan yürürlüğe girmesi doğal olarak bazı soru işaretlerine yol açıyor.

Birincisi, seçimlerin erkene alınmasının dahi bugüne kadar başarıyla uygulanan maliye ve bütçe politikalarında 2007'de bir zafiyet oluşmasını engelleyemediği ve üstelik zaman kaybı nedeniyle yılbaşından önce tedbirlerin niteliği ve sonuçlarına ilişkin bir değerlendirmeye imkan bırakmadığı anlaşılıyor. İkincisi, özellikle önceden yapılmış sözleşmelerin sözkonusu olduğu binek otomobillerinin kiralanması ile uğraşan şirketlerin satışları gibi konularda geriye dönük uygulama öngörülmesi ya da finansal kiralamada geçiş dönemi ya da kademeli bir değişiklik imkanı tanınması hakkaniyet ve hukuki güvenlik açılarından zaaf taşıyor. Ayrıca hep söylediğimiz gibi suistumalleri önleme kaygısı, uygulamaların tümüyle iptali için yeterli gerekçe teşkil etmez. Üçüncüsü, her ne kadar KDV oranlarının üstelik çok geniş bir aralıkta tespiti Bakanlar Kurulu'nun yetkisinde ise de, yürürlükten önce hiç zaman bırakılmaması iş dünyası açısından öngörülemeyecek bir ortam ve belirsizlik yaratmıştır. Nihayet temel sorunlarından biri finans kaynaklarına erişim olan ve büyük çoğunluğu KOBİ ölçeğinde bulunan reel sektörün yatırım motivasyonunun bundan büyük ölçüde etkileneceği ve bankacılık kesiminin aynı ölçüde bir finansmanı aynı maliyetle sağlamasının kuşkulu olacağı beklenmektedir.

Finansal kiralamada Quo Vadis?

Türk ekonomisinin kendi içsel dinamiklerine uygun bir açılım politikasının başlatıldığı Özal döneminde, 1985 yılında özel sektörün yatırım finansmanının kolaylaştırmak amacıyla stratejik bir tercih olarak teşviki başlatılan finansal kiralama yöntemi, 2003 yılına kadar kiranın tümüyle giderleştirilmesi, 2006 yılına kadar yatırımcının yatırım indirimi hakkının leasing şirketine devri, 2007 sonuna kadar da %1 KDV avantajı ile büyük ölçüde desteklendi. Sektörün derneği olan FİDER'in verilerine göre şimdiye kadar toplamda 35 milyon dolar ve 2007 itibariyle de 6 milyar doların üzerinde bir iş hacmi yaratan sektörün belki de varlığını tehlikeye düşürecek olan bu son değişikliğin hiçbir geçiş süresi ve telafi mekanizması öngörülmeden yürürlüğe konmuş olmasının, en azından konunun ekonomik, sektörel ve firma bazında etkileri bakımından ayrıntılı bir açıklamayı hakettiğini düşünüyoruz.

Daha geçen haftalardaki yazılarımızda vurguladığımız gibi Türk şirketlerinin dünyaya oranla çok yüksek düzeyde risk olarak gördükleri hükümet politikalarında ve mevzuatta istikrar açısından da, hükümetin şimdiye kadar kararlılık ifade ettiği politikalara ve enflasyon, rekabet, istihdam amaçlarına uygunluk açısından da bu kararlar tartışma yaratacaktır. Şimdiye kadar uygulanan teşviğin dünya uygulamalarına göre cömert olduğu ve finans sektöründe bir ölçüde eşitsizlik yarattığı anlaşılabilir olsa da, esas amaç olan reel sektörün finansmanı konusunda nasıl bir strateji düşünüldüğü ya da böyle bir stratejinin olup olmadığı belirsizdir.

 

http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=340323&dept_id=80