Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Adnan Nas - Yabancı değil küresel sermaye (01.01.2008) PDF Yazdır e-Posta
01 Ocak 2008
Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Yerini, biraz geç de olsa nihayet bizde de, daha çok "küresel" sıfatına bırakmakta olan "yabancı" sermaye'nin niteliği, etkileri, yararları ve riskleri üzerine sürüp giden tartışmalarda ortak paydaların hala pek fazla olmadığını görüyoruz. Ayrıntılarına girmeden belirtelim ki dünyada konu artık, yatırımın yapıldığı ülkenin sömürülmesi gibi modası geçmiş bir pencereden değil, her toplum için en önemli ve anlamlı tek amaç olan refah ve büyüme arayışında dünya üzerindeki kaynaklardan mümkün olan en düşük maliyetle yine mümkün olan en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde nasıl pay alınacağı gibi daha rasyonel bir zeminde ele alınıyor.

Doğrudan yatırımlarda karar süreci

Bu yaklaşım, bir başka açıdan, kaynakların mümkün olduğu kadar yüksek bir getiriyi mümkün olduğu kadar düşük bir risk ile elde edebilecekleri yerlere doğru akacağı gerçeğini vurgular. Dolayısıyla sermaye sahiplerinin, yani potansiyel yatırımcıların kendi risk profillerine göre doğrudan yatırım portföylerinin dağılımını belirleyeceğini kabul etmek yanlış olmaz.

Büyümeyi belirleyen temel faktörler sabit sermaye stoku, işgücü sayısı ve kalitesi ve teknolojik gelişmeler olmak üzere üç eksende yoğunlaşır. Doğrudan yatırım akımları genellikle büyüme ve rekabet kaygılarının ağır bastığı bir karar ortamında şekillenir, ancak zaman zaman şimdilerde olduğu gibi küresel ekonomik krizler ya da bölgesel politik riskler de kararlarda etkili olur. Çeşitli politik risklerden sadece biri yani himayecilik dışında diğerlerinin tümü yani siyasal şiddet, jeopolitik gerilim ve politik istikrarsızlıklar genellikle gelişmekte olan (yükselen) ülkeler için sözkonusudur. Yine de, aşırı olumsuz koşullar ortaya çıkmadıkça, yatırımcılar kârlılık ve büyümeyi risklerden daha fazla önemseme eğilimindedir.

Sermaye akımlarında küresel bölüşüm

Geçtiğimiz üç yılda yükselmeye başlayan ve 2006'da, 2000 yılında yakalamış olduğu zirveye yaklaşarak, 1.3 trilyon dolara ulaşan uluslararası doğrudan yatırım akımlarının 2007 sonu itibarıyla bu zirveyi aşacağı ve 1.5 trilyon dolar olacağı öngörülüyor. İlginç olan, tıpkı 2000 öncesinde olduğu gibi, yükseliş dönemi boyunca toplam yatırımdan gelişmiş ülkelerin aldığı payın artışı ve gelişmekte olan ülkelerin payın azalışıdır. Nitekim 2000 yılında 1.4 trilyon dolar düzeyindeki toplam yatırımın %80'i gelişmiş ülkelere, %20'si yükselen ülkelere yönelmişken keskin düşüşün dip yılı olan 2003'te gelişmiş ülkelerin payı %63'e düşerken yükselen ülkelerin payı %37'e çıkıyor. Canlanmanın ilk yılı 2004'te neredeyse gelişmiş ülkeler (%52) ile aynı payı (%48) alan gelişmekte olan ülkelerin çektiği yatırım oranı 2005 ve 2006'da sırasıyla %44 ve %38'e gerilerken gelişmiş dünyaya akan yatırımın oranı sırasıyla %56 ve %62'ye yükseliyor. 2007 sonunda da aynı trendin devam edeceği ve dağılımın %36 ve %64 şeklinde olacağı öngörülüyor.

Önümüzdeki dört yıl ile ilgili beklentilere gelince, uluslararası finansal kriz ve bölgesel politik gerilimlerden dolayı küresel yatırımların 2008'de geçici ve küçük bir gerileme ile 1.4 trilyon dolara düşeceği, 2009 ve devamında ise istikrarlı ve fakat yükselişler ile 2011'de 1.6 trilyon dolar düzeyinde yeni bir zirve yakalayacağı bekleniyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan dünyanın payları yine %64 ve 36 olacak. Öte yandan 2002 sonunda 7.2 trilyon dolar olan küresel doğrudan yabancı yatırım stokunun, son üç yılda yıllık %30'u aşan oranlarda artan akımlar ile neredeyse iki kat artarak 2007 sonu itibariyle 13.6 trilyon dolara çıkacağı, 2011 sonunda da 19 trilyon doları aşacağı hesaplanıyor. Bu stoğun %69 kadarı gelişmiş ülkelerde, %31'i gelişmekte olan ülkelerde birikiyor.

Son yıllarda dikkat çeken bir gelişme de, başta Çin ve Güneydoğu Asya olmak üzere yükselen ülkelerin sermaye ihracatçısı haline gelmeleri. 2006 sonunda 210 milyar dolara ve toplam sermaye ihracının %17'sine ulaşan bu tutarın yarısından fazlası Hong Kong, Brezilya, Rusya ve Çin kökenli. Hindistan, Singapur ve arap körfez ülkelerinin payı da giderek artıyor.

15 yıllık gecikme ile Türkiye

Türkiye'nin istatistiklerdeki durumuna gelince, 2006 yılındaki 20 milyar dolar doğrudan yatırım girişi ile dünyada en fazla sermaye çeken 16'ncı ülke durumuna yükseldik; toplam doğrudan yabancı yatırım stoğumuzda 79 milyar dolar ile dünyada 27'nci sırada. Bu yıl da yaklaşık aynı düzeydeki giriş ile benzer bir konumda olacağız. Önümüzdeki dört yıl için de ortalama yıllık 20 milyar dolar sermaye girişi olacağı ve Türkiye'nin ilk 20 ülke arasındaki yerini koruyacağı öngörülüyor. 1980 ile 1994 arasındaki on beş yılda sadece 7.5 milyar dolar küresel sermaye çekebilen ülkemiz için bu önemli bir başarı ve daha 1995 yılında yazdığımız bir makalede vurguladığımız gibi AB vizyonunun, yani çağdaş bir piyasa ekonomisine dönüşme yolundaki reform çabalarımızın bir ürünü. Ancak şu da bir gerçek ki 1990'larda hızlanan gelişmekte olan ülkelere yönelik doğrudan yatırım akımından pay almayı, onbeş yıllık bir gecikme ile başarabildik

Kaldı ki kişi başına doğrudan yatırım girişinde 263 dolar ile ancak 45'inci, milli gelire oranla %3.6 ile 31'inci ve toplam sabit sermaye stoğuna oranla da %17 ile 26'ncı sırada olduğumuzu, iş ve yatırım ortamının cazibesi yönünden de büyük bir sıçrama ile vardığımız 57'nci sıradan önümüzdeki yıllarda ancak 52'nci sıraya çıkabileceğimizin öngörüldüğünü unutmayalım. İşin ilginç yanı bu durum, pazar ve getiri fırsatları açısından 8inci sırada algılanmamıza rağmen oluyor. Özellikle makroekonomik riskler ve işgücü piyasaları yönünden Türkiye koşulları elverişsiz bulunuyor.

Küresel yarışa katılan yeni oyuncuların artıracağı rekabet ortamında Türkiye'nin performansını daha da yükseltmesi kolay olamayacak. Çünkü hem sıfırdan yatırımların, hem de birleşme ve devralmaların gerçekleşmesi yatırım ortamı yönünden de en azından ilk 25 ülke arasına yükselmemizi gerektiriyor. Yatırımcı gözünde ülkenin risk algılamasını ve reel faizi düşürecek yapısal reformlara yeniden ivme kazandırılması kaçınılmaz. Üstelik orta vadede yükselen pazarlara yönelik yatırım iştahında bir azalma olmayacağı, sadece doğrudan yatırımlarda değil, ticari banka kredileri dışındaki portföy yatırım girişlerinin de olumlu trendini sürdüreceği anlaşılıyor. Şok bir kriz olasılığı henüz ufukta yok iken, kamu ve özel sektörde saydamlığa, sağlıklı bir hukuk sistemine, kayıtlı ekonomiyi büyütmeye, istihdam maliyetini azaltmaya ve işgücü kalitesini/verimliliğini arttırmaya odaklanmalıyız.

 

http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=339473&dept_id=80