Vergi İncelemelerinde Ortaya Çıkan Matrah Farkı Kâr Dağıtımı Sayılır mı?
23 Şubat 2010

Image

Şirketler birer hukuki varlık ya da hukuki kişi oldukları için yapacakları tüm işlem ve faaliyetler hukuk sistemimiz tarafından hüküm altına alınmıştır.

I- GİRİŞ
Belirli amaçları gerçekleştirmek üzere tacir denilen kişiler tarafından kurulan ve belirlenen hedefe ulaşmak için, ortak ya da yöneticilerin gerekli “ikdam” ve “ihtimam” göstermek zorunda bulundukları ekonomik birimler olan şirketler, iktisadi kalkınmanın gerçekleşmesinde itici güç rolünü üstlendikleri yadsınmaz bir gerçektir. Teknik, ekonomik ve hukuksal boyutu olan şirketler, kaliteli mal ve hizmet üretmek, kâr elde etmek, sürekli büyümek ve gelişmek, topluma hizmet vermek, çalışanlara en üst düzeyde sosyal ve ekonomik fayda sağlamak, ortaklarına da kâr payı dağıtmak gibi bir takım işlevleri birlikte gerçekleştirmek durumundadırlar.

Bu bağlamda şirketlerin kâr dağıtım işleminin nasıl yapılacağı konusu da Türk Ticaret Kanunu’nda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla bu Kanun’a uygun olarak yapılmayan kâr dağıtım işlemleri hukuken sakat bir işlem olacaktır.

Bu çalışmada öncellikle şirketlerde kâr dağıtımının hukuki süreci ele alınmakta, daha sonra vergi mevzuatımızdaki kâr dağıtımına ilişkin özel hükümler irdelenmekte ve akabinde matrah farklarının kâr dağıtımı sayılıp sayılmayacağı konusu değerlendirilmektedir.

II- ŞİRKETLERDE KÂR DAĞITIMINDA HUKUKİ SÜREÇ
Hukuki ve ekonomik durumları birbirinden farklı çeşitli şirketlerin varlığı söz konusu olduğundan farklı esaslara göre kâr dağıtım süreci söz konusudur. Bu bağlamda kâr dağıtım usul ve esasları, adi ortaklıklar ile ticaret şirketlerinde farklı olduğu gibi, birer ticari işletme oldukları halde şahıs şirketleri ile sermaye şirketlerinde de farklıdır. Diğer taraftan, şirketlerin vergi hukuku yönünde farklı esaslara tabi olduklarından kâr dağıtımı açısından da değişik sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Sermaye şirketlerinde yıllık kâr dağıtımı genellikle bir zorunluluk olarak kabul edilmiş ve bazı hallerde kanun koyucu tarafından da kâr ve zarar hesabının alacak bakiyesinin başka bir deyişle bilançoya göre hasıl olan kârın pay sahiplerine dağıtılması esası konmuştur(1). Anonim şirkete konulan sermaye payı için dönem sonunda dağıtılabilir safi dönem kârından veya serbest yedek akçelerden ayrılan ve her ortağa nakden ödenecek paraya kâr payı denilir.

Hukuki açıdan kâr payı ödemek şirketler için bir borçtur. Hissedarlar için de kâr payı talep etmek bir haktır(2). Şirket kârı üzerinden vergi olarak Devletin ve temettü adı altında da ortakların hakları vardır. Devlet hakkını, kanunlarla güvence altına alırken, ortakların hakları ise, şirket esas sözleşmelerine, Türk Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde konulan maddeler ve genel kurul kararıyla ortaya çıkar(3).

Her ne kadar TTK’ya göre kâr dağıtım şeklinin esas sözleşmede gösterilmesi zorunluluğu yoksa da sermaye şirketlerinde kârın ne suretle dağıtılacağı şirket esas mukavelesiyle saptanmaktadır. Esas sözleşmede kârın ne şekilde dağıtılacağı konusunda herhangi bir hüküm yoksa bu durumda kâr dağıtımı TTK hükümleri çerçevesinde yapılır.

TTK’da anonim şirketlerde kâr payı dağıtma konusunda tüm yetkiler genel kurula (Limited şirketler de ortaklar kuruluna) verilmiştir. Yönetim kurulunun bu konuda sadece teklif yapma hakkı bulunmaktadır. Bu bakımdan genel kurul (ortaklar kurulu) kâr payı dağıtımına karar verdiğinden, yönetim kurulu (müdürler kurulu) gerekli olanakları sağlamakla yükümlüdür. Bazı duraksamalar olmakla birlikte, “dönemsellik ilkesi”, “hesap yıllarının bağımsızlığı ilkesi” ve “genel kurul kararının aynı dönem içerisinde icra zorunluluğu” gibi temel ilkelerden hareketle, yönetim kurulunun mali yıl içerisinde kâr dağıtım tarihin belirlemesi gerekir. Eğer mali yıl içerisinde bu işlem yapılmamışsa, kâr dağıtım tarihi hesap döneminin son günü olarak kabul edilip, ortağın kâr payı alacağının bu tarihte muacceliyet kazandığını kabul etmek gerekir(4).

TTK’nın 466. maddesine göre her yıl safi kârın yirmide biri (%5), ödenmiş sermayenin beşte birine (%20) ulaşıncaya kadar birinci tertip yasal yedek akçe ayrılması zorunludur (Birinci tertip yasal yedek akçenin hesaplanmasında esas alınacak “safi kârın”, “vergi sonrası kâr” olarak kabul edilmesi gerekir. Birinci tertip yasal yedek akçe ayrıldıktan sonra safi kârdan %5 oranında kâr payı ayrılır)(5).

Bilindiği gibi, TTK md. 364’e göre genel kurulun hesap döneminin sonundan itibaren üç ay içinde toplanması gerekir. Söz konusu kurul gerekli kesintiler yapıldıktan sonra oluşan dağıtılabilir kârın tamamı ve ya belli bir kısmını dağıtılmasına karar verebilecekleri gibi kârı kısmen veya tamamen dağıtılmayıp sermayeye ilave edilmesine karar verebilirler.

Adi ortaklıklarda kâr, kural olarak bütün ortaklar arasında eşit olarak dağıtılır. Ancak ortakların kâra hangi oranda iştirak edeceklerini ana sözleşmede de belirlenebilir. Şahıs şirketlerinde elde edilen kârlarla meydana gelen zararların ortaklar arasında ne suretle bölüşüleceği genel olarak, şirket esas sözleşme ile tespit edilir. Esas sözleşmede hüküm bulunmaması halinde ise dağıtım, TTK hükümlerine göre yapılır. Kâr dağıtımı konusunda yerleşmiş bulunan teamül, kârın ortakların şirkete koydukları sermaye oranında dağıtılmasıdır.

Kolektif ve komandit ortaklıklarda, kârın her ortağa nakden ödenebileceği gibi, ortaklık defterinde açılmış bulunan ortaklar cari hesabına alacak yazılmak suretiyle kayden de ödenmesi mümkündür. Ancak komandit şirketlerin komanditer ortaklara, şirket ana sözleşmesine göre düşen kâr payları her yıl nakden ödenir. Diğer taraftan şahıs şirketlerinin gelir veya kurumlar vergisi mükellefiyetleri bulunmadığından bu şirketlerce elde edilen kazanç ortaklarca yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannameleri (özel bir kâr dağıtım kararına gerek olmaksızın) beyan edilir ve vergiler beyan eden ortaklarca ödenir.

III- VERGİ KANUNLARIMZA GÖRE KÂR DAĞITIMI SAYILAN HALLER
Bilindiği üzere, kâr dağıtım kararının uygulanabilmesi için Türk Ticaret Kanunu, Kurumlar Vergisi Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu (Sermaye Piyasası Mevzuatına tabi şirketlerde) ve ana sözleşmenin amir hükümlerinin yerine getirilmesi gereklidir. Gelir ve kurumlar vergisi ise kâr dağıtım sürecini değil, kâr dağıtım sürecinde vergiyi doğuran olayın oluşumu hüküm altına alıp, verginin kaynakta kesinti yoluyla tahsiline ilişkin düzenlemeler yapmaktadır (GVK md. 94/6; KVK md. 15 ve 30). Dolayısıyla kâr dağıtım süreci ile ilgili hükümleri düzenleyen temel yasa Türk Ticaret Kanunu’dur. Vergi hukukumuz ise TTK’nın kâr dağıtımını ile ilgili hükümleri çerçevesinde oluşan kâr dağıtım sürecinin vergisel boyutunu düzenlemektedir. Ancak bu genel kuralın bir istisnası olarak vergi sistemimizde yer alan “Örtülü Sermaye” ve “Transfer Fiyatlandırılması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı” uygulamalarıdır.

A- ÖRTÜLÜ SERMAYE
KVK’nın 11. maddesinin (b) bendinde, “örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkları ve benzeri giderler”in, (c) bendinde ise “transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazançlar”ın kurum kazançlarının tespitinde matrahtan indirilemeyeceği öngörülmektedir. KVK’nın 12/1. maddesine göre; “Kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılır”.

Aynı maddenin 7 numaralı fıkra hükmüne göre; örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz ve benzeri ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibariyle dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılır. Daha önce yapılan vergilendirme işlemleri, tam mükellef kurumlar nezdinde yapılacak düzeltmede örtülü sermayeye ilişkin kur farklarını da kapsayacak şekilde, taraf olan mükellefler nezdinde buna göre düzeltilir. Şu kadar ki, düzeltmenin yapılması için örtülü sermaye kullanan kurum adına tarh edilen vergilerin kesinleşmiş ve ödenmiş olması şarttır.

Esas itibariyle örtülü sermaye, özel hukuk işlemlerinin vergi ilişkisi üzerindeki çarpıtıcı etkisini gidermek için vergi hukukuna özgü bir müessesedir. Örtülü sermaye ile normalde yapılması gereken iktisadi davranış ile yapılan davranış arasındaki farkın vergi hukuku açısından giderilmesinden başka bir şey değildir. O nedenle örtülü sermaye müessesesinin amacı kâr dağıtımını düzenlemek değil, vergi alacağını güvence altına almaktır.

Örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faizler hesap döneminin son günü itibarıyla,

  • Borç veren ilişkili kişi açısından elde edilen kâr payı,
  • Borç alan kurum açısından dağıtılan kâr payı

olarak nitelendirilir (KVK md. 12/7). Örtülü sermaye üzerinden ödenen faiz giderleri bir taraftan kanunen kabul edilmeyen gider, diğer taraftan dağıtılan kâr payı (dar mükellefler için merkeze aktarılan tutar) olarak kabul edilmektedir. Kanunun bu yaklaşımının anlamı; ortak veya ilişkili kişinin kuruma verdiği borcu kuruma verilmiş borç olarak değil, ortak veya ilişkili kişinin kuruma koyduğu sermaye olduğudur. Hal böyle olunca, ortaklara faiz adı altında yapılan ödemelerin kâr payı olarak değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle kurumca alınan borç karşılığı ödenen faizler vergisel yönden faiz niteliğini kaybedecek, bu tutarlara yürütülen faizlere kâr payı muamelesi yapılacaktır(6).

Diğer taraftan borç alanın kâr payı sayılan ödemeler üzerinden sorumlu sıfatıyla yapması gerektiği halde yapmadığı kesinti nedeniyle de vergi ziyaı doğmuş kabul edilir. Bunun için de vergi sorumlusu konumunda bulunan borç alana ceza kesilir. Yani, örtülü sermaye şartlarını taşıyan faiz ödemeleri bir taraftan gider kabul edilmezken, diğer taraftan alacak faizi şeklinde faiz elde eden ortaklar yönünden kâr payı muamelesine tabi tutulacaktır.

B- TRANSFER FİYATLANDIRMASI YOLUYLA ÖRTÜLÜ OLARAK DAĞITILAN KAZANÇLAR
KVK’nın 13. maddesi Transfer Fiyatlaması, “ilişkili kişi” ve “emsallere uygunluk ilkesine aykırılık” çerçevesinde ele alınmıştır. Buna göre; kurumların, ilişkili kişilerle emsallerine uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri bedel veya fiyat üzerinden mal veya hizmet alım veya satım işlemlerinde bulunması, kazancın kısmen veya tamamen transfer fiyatlaması yoluyla örtülü olarak dağıtımı sayılmıştır. Dolayısıyla, transfer fiyatlaması bizzat örtülü kazanç dağıtımının kendisi olmayıp, örtülü kazanç dağıtımı konusunda kullanılan bir yol olarak düzenlenmiştir.

Tamamen veya kısmen transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü olarak dağıtılan kazanç, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulamasında, şartların gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı (veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan) sayılacaktır (KVK md. 13/6). Ancak burada sözü edilen kâr dağıtımı Türk Ticaret Kanunu bakımından kâr dağıtımı hükmünde bir işlem olmayıp, sadece vergilendirme ile ilgili yükümlülükler bakımından kâr dağıtımı olarak dikkate alınacaktır. Bu nedenle kurum zararda da olsa vergisel yükümlülükler açısından kurumun kâr dağıtımı yapmış olması gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır.

Söz konusu kâr payının başka bir kuruma aktarılmış olması durumunda, bu kazanç iştirak kazancı olarak değerlendirilecektir. Kâr payının dar mükellef kuruma, gerçek kişilere, vergiye tabi olmayan veya vergiden muaf herhangi bir kişi veya kuruma aktarılmış olması halinde, bu kâr payının net kâr payı kabul edilerek bu tutarın brüte tamamlanması sonucu bulunan tutar üzerinden kâr dağıtımına bağlı vergi kesintisi yapılması gerekecektir. Örtülü sermayede de olduğu gibi kâr payı sayılan ödemeler üzerinden sorumlu sıfatıyla yapması gerektiği halde yapmadığı kesinti nedeniyle de vergi ziyaı doğmuş kabul edilir.

IV- MATRAH FARKI VE KÂR DAĞITIMI
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, şirketlerde kâr dağıtımı işlemleri esasen Türk Ticaret Kanun’unda düzenlenmiştir. Vergi Mevzuatımızda da “Örtülü Sermaye” ve “Transfer Fiyatlandırılması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı” (ki bunların da hukuki nitelikleri tartışılması gerekir) durumunun kâr dağıtımı sayılmıştır. Ancak burada sözü edilen kâr dağıtımı ise Türk Ticaret Kanunu bakımından kâr dağıtımı hükmünde bir işlem olmayıp, sadece vergilendirme ile ilgili yükümlülükler bakımından kâr dağıtımı olarak dikkate alınacak bir durumdur. Dolayısıyla burada söz konusu müesseselerin amacı kâr dağıtımı işlemlerini düzenlemek değildir. Burada yapılmak istenen şey, peçeleme yolu kullanarak yaratılacak vergi kaybının önüne geçilmektir. Vergi mevzuatımızda, bu iki kurum dışında kâr dağıtımı sayılacak herhangi bir durum sayılmamıştır.

Vergi incelemeleri esnasında farklı nedenlerden kaynaklı olarak ortaya çıkan matrah farklarının da kâr dağıtımı sayıldığına ilişkin bir takım uygulamalara rastlanmaktadır. Bazı denetim raporlarında, hesaplanan matrah farkının kurum bilânçosunda yer almadığından dolayı ortakların kullanımına açık olduğundan ortaklara dağıtılan kâr olarak kabul edilmekte, hesaplanan bu tutar dolayısıyla aynı zamanda mükellef kurumun stopaj gelir vergisi matrahı res’en takdir edilmekte ve takdir edilen bu matrah üzerinden mükellef kurum adına res’en tarh edilmekte ve ayrıca mükellef kurum adına yapılan bu tarhiyat üzerinde vergi ziyaı cezası kesilmektedir. Denetimlerde ortaya çıkan ve örtülü sermaye ya da transfer fiyatlandırılması dolayısıyla örtülü kazanç dağıtımı müessesesi ile hiçbir ilişkisi olmayan matrah farkının bu müesseselerle kıyaslanıp buna göre işlem yapılması, yorum sınırını aşıp, kıyas müessesesinin işletmesi hatta daha ileri gidilerek “ortaya çıkan matrah farkının kurum bilânçosunda yer almadığından dolayı ortakların kullanımına açık olduğundan ortaklara dağıtılan kâr” olduğu şeklinde vergi hukukumuzda yer almayan bir hükmün ihdas edilmesi yoluna gidilmektedir.

Böylece bir taraftan “verginin kanunilik” ilkesine aykırı davranılmakta diğer taraftan da “kanunsuz suç olmaz” kurallı açıkça ihlal edilmektedir. Nitekim Danıştay Dördüncü Dairesi’nin kararları da bu kanaatimizi teyit etmektedir. Burada vergi denetiminin amacı vergi kayıp ve kaçaklarının önüne geçmekle sınırlı olmadığı, vergi denetiminin; mükellefin eğitilmesi, vergi bilincinin yerleştirilmesi, vergide adalet ve eşitlik ilkelerinin gerçekleştirilmesi, sosyo-ekonomik amaçlara ulaşılması gibi diğer önemli amaçları(7) da bulunduğunu göz ardı edilmemelidir. Diğer taraftan denetimin en önemli amaçlarından biri de işlemlerin hukuka uygunluğunu sağlamaktır. Hukuk devletinde hukuka uygun davranmak tek taraf için değil, tüm taraflar için geçerlidir. Zira hukuk devletinin en belirgin özelliği ise, devlet sadece hukuku koyan, kanun yapan bir varlık değil, aynı zamanda koyduğu hukukla bağlı olan, belki de vatandaştan çok kanun ve hukuka saygılı olan bir varlık olmasıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, idarenin yasa ile düzenlenmiş bir alanda özerk bir düzenleme alanına sahip olmadığı ve ancak Kanun’un kendisine çizdiği sınırlar içerisinde hareket edebileceği anlamına gelen yasal idare ilkesi gereği, idarenin yasaların çizdiği/belirlediği yetki alanı içinde hareket etmesi zorunludur. Hiçbir idari birim Yasa’dan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz.

Danıştay Dördüncü Dairesi, ortağı bulunduğu şirketin kayıt ve beyan dışı bıraktığı kazancın gerçek kişi ortak hakkında da menkul sermaye elde edildiği gerekçesiyle yapılan tarhiyatla ilgili bir Kararı’nda; “Limited Şirketlerde kâr paylarının dağıtımının gerçekleşebilmesi yani menkul sermaye iradının elde edilmiş sayılabilmesi için şirketin yetkili organlarınca karar alınması ve fiilen dağıtımın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Şirketin kâr payını dağıttığı kesin olarak saptanmadıkça ortağın bu kârı elde ettiği kabul edilemez. Zira menkul sermaye iradında tahsil esası geçerlidir” denildikten sonra, “incelenmesi sonucu düzenlenen rapora göre beyan dışı bırakıldığı tespit edilen matraha esas kazancın ortaklara dağıtılmış olduğu kabul edilip davacı ortağın hissesine düşen payın davacı açısından elde edilmiş kâr payı olduğu belirtilerek tarhiyat yapılmış ise de, şirket adına yapılan inceleme sonucu beyan dışı bırakıldığı saptanan kazancın ortaklara dağıtılmış olduğu yolundaki tespit varsayımdan öte herhangi bir somut belgeye dayanmadığı gibi, şirket ortağı olan davacının da bu kazançtan hissesine düşen kâr payını elde ettiğine dair bir bulguya da rastlanılmamıştır. Bu durumda davacının menkul sermaye iradı elde ettiğinden söz edilememesi nedeniyle davacı adına yapılan tarhiyatta isabet görülmediğinden vergi mahkemesi kararı sonucu itibarıyla yerindedir” denilmiştir(8). Aynı dairenin bir diğer Kararı’nda ise, “inceleme elemanınca tespit edilen matraha göre salınan kurumlar vergisi ile birlikte bu matraha esas teşkil eden ve beyan dışı bırakıldığı saptanan kurum kazancının, ortaklara dağıtılıp, dağıtılmadığı konusunda ya da dağıtılmayan kurum kazancının mükellef tarafından ihtilaflı dönemi takip eden dönem beyanlarının düzeltilmesi suretiyle sonuç hesaplarına aktarılıp, aktarılmadığı hususlarında bir araştırma ve tespit yapılmadan, sadece şirket kârının ortaklara dağıtıldığı varsayımı ile yapılan tarhiyatta ve bu tarhiyata karşı açılan davayı reddeden mahkeme kararında isabet görülmemiştir” denilmektedir(9).

Danıştay kararlarında da belirtildiği üzere, oluşan her matrah farkının kâr dağıtımını kabul etmemenin mümkün olmadığı, vergi mevzuatımızda yer alan “Örtülü Sermaye” ve “Transfer Fiyatlandırılması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı” uygulamalarının özel düzenlemeler olduğu, sermaye şirketlerinde kâr paylarının dağıtımının gerçekleşebilmesi yani menkul sermaye iradının elde edilmiş sayılabilmesi için şirketin yetkili organlarınca karar alınmış olması ve fiilen dağıtımın gerçekleşmiş olması gerektiği, beyan dışı bırakıldığı saptanan kazancın, ortaklara dağıtılıp, dağıtılmadığı konusunda ya da dağıtılmayan kazancın mükellef tarafından ihtilaflı dönemi takip eden dönem beyanlarının düzeltilmesi suretiyle sonuç hesaplarına aktarılıp, aktarılmadığı hususlarında bir araştırma ve tespit yapılmadan, sadece şirket kârının ortaklara dağıtıldığı varsayımı ile yapılan tarhiyattın hukuka uygun olmadığını dolayısıyla bu konuda ısrar etmenin hukuki dayanaktan yoksun olduğunu gibi böyle bir tespitin varsayımdan öte herhangi bir somut belgeye dayanmadığını belirtmekte yarar vardır.

V- SONUÇ
Şirketlerde kâr dağıtımı esasen Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlenmiştir. Bununla birlikte vergi mevzuatımızda da “Örtülü Sermaye” ve “Transfer Fiyatlandırılması Yoluyla Örtülü Kazanç Dağıtımı” durumunun tespiti hainde ortaklar hakkında bu durumun kâr dağıtımını olarak kabul edileceği belirtilmiştir.

Ancak burada sözü edilen kâr dağıtımı ise Türk Ticaret Kanunu bakımından kâr dağıtımı hükmünde bir işlem olmayıp, sadece vergilendirme ile ilgili yükümlülükler bakımından kâr dağıtımı olarak dikkate alınacak bir durumdur. Dolayısıyla bu iki kurum dışında çeşitli nedenlerle ortaya çıkan matrah farkını ortaklara dağıtılan kâr payı olarak kabul etmek mümkün değildir. “Ortaya çıkan matrah farkının kurum bilânçosunda yer almadığından dolayı ortakların kullanımına açık olduğundan ortaklara dağıtılan kâr” olduğu şeklindeki bir düşünce de yorum sınırı aşarak kıyaslamaya gidildiğinde vergi hukukunda kıyas yasağı ilkesi ihlali anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, yapılan denetimlerde hukuku dar yorumlayarak olaya sadece hazineci bir yaklaşımla bakmak yerine olaya daha geniş hukuki bir perspektifle bakmanın faydalı olacağı kanaatini taşımaktayız. Mehmet YÜCE*
Yaklaşım


* Doç. Dr., Uludağ Ünv., İİBF, Maliye Bölümü, Mali Hukuk Anabilim Dalı
(1) Rüştü ERİMEZ, Şirketlerde Kâr Dağıtımı ve Yedek Akçeler, Genişletilmiş ve Geliştirilmiş İkinci Baskı, İstanbul 1976, s.132
(2) Yaşar KARAYALÇIN, Muhasebe Hukuku, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara 1988, s. 127
(3) Rıfat TOKAT, “Sermaye Şirketlerinde Kâr Dağıtım Tabloları”, Vergi Dünyası, Sayı:5, Ocak 1982, s.49
(4) Bkz. A. Bumin DOĞRUSÖZ, “Kurum Kazancının Saptanması ve Vergilendirilmesi”, Vergi Sorunları, Özel Ek, Nisan 1997, s. 61-62; Ünal TEKİNALP - Reha POROY - Ersin ÇAMOĞLU, Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, 6. Baskı, İstanbul 1995, s.464
(5) Pay sahiplerine ayrılacak kâr payının genel kurulunun dahi tasarruf edemeyeceği bir “kanuni zorunluluk” olup olmadığı noktasında duraksamalara yol açtığı görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da söz konusu bentte “kâr payının ödenmesi” değil “kâr payının ayrılması” kavramı yer almaktadır. Bu hüküm ile ilgili tartışmalar için Bkz., KARAYALÇIN, age, s.131-133, Mahmut T. BİRSEL, Anonim Şirketler Hukukunda Kâr Kavramı, İzmir 1973, s. 54; DOĞRUSÖZ, agm, s. 63-64; Gönen ERİŞ, Türk Ticaret Kanunu (Ticari İşletmeler ve Ticaret Şirketleri), Cilt: 1, Ankara 1987, s.1322-1330
(6) Doğan ŞENYÜZ - Mehmet YÜCE - Adnan GERÇEK, Türk Vergi Sistemi Dersleri, 2. Baskı, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa 2008, s. 139-140
(7) Abdurrahman AKDOĞAN, Vergi İncelemesi, A.Ü.İ.T.İ.A., Yayın No: 127, Ankara 1979, s. 5
(8) Dn. 4. D.’nin, 31.03.2005 tarih ve E.2004/1526, K.2005/515 sayılı Kararı.
(9) Dn. 4. D.’nin, 29.12.2004 tarih ve E.2004/391, K.2004/2635 sayılı Kararı
.

 

Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı Özdoğrular smmm ltd. şti./Mehmet Özdoğru ve/veya ozdogrular.com./com.tr' ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.