Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Transfer Fiyatlandırması ve Örtülü Sermaye İle İlgili İki Yargı Kararı PDF Yazdır e-Posta
31 Ekim 2010

Image

Transfer fiyatlandırması ve örtülü sermaye gibi yoruma açık ve bir çok gri alanı içeren bir alanda, uygulayıcılara yön verecek olan, bu konulardaki yargı kararlarıdır.

I-GİRİŞ:

Ancak; 2006 ve 2007 yıllarında yürürlüğe giren Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 12 ve 13. maddeleri hükümleri konusunda daha henüz ihtilaflar ortaya çıkmaya başladığı ve bunların sonuçlanması da zaman aldığı için oluşacak yargı kararları merakla beklenmekteydi. Bu nedenle, geçen günlerde İstanbul Vergi Mahkemelerinin verdikleri ve bize ulaşan iki kararın önemi ortadadır. Tabii, bu kararlar henüz vergi mahkemesi kararı olup, Danıştay'ın bu kararları onaylayıp onaylamayacağı belli değildir. Ayrıca; yargı kararlarının, içtihat haline gelebilmesi için daha fazla karara, bunun için de belli bir zamana gerek olduğu kuşkusuzdur.

Yine de ilk (ya da ilklerden biri) olmaları nedeniyle, bu kararları ve bunlarla ilgili görüşlerimizi sizlerle paylaşmayı uygun bulduk.

II- ÖRTÜLÜ SERMAYE ÜZERİNDEN HESAPLANAN FAİZ VE KDV UYGULAMASI HAKKINDAKİ YARGI KARARI

A- KARAR VE KARARIN DAYANAKLARI

5 no.lu İstanbul Vergi Mahkemesi'nin (oybirliği ile) verdiği Karar([1]); örtülü sermaye üzerinden ödenen faizin KDV ye tabi olup olmadığı konusundaki anlaşmazlık ile ilgilidir. (Tam) Mükellef bir kurum; ilişkili bir başka (tam mükellef) kuruma nakit kaynak kullandırmış, aslında hiç niyeti olmamasına rağmen, sırf transfer fiyatlandırması yolu ile kazanç dağıtıldığı iddiası ile karşılaşmamak için([2]), serbest piyasadaki emsalleri dikkate alarak belirlediği oranda faiz hesaplayarak, ilişkili firmaya faturalamıştır. Kaynağı kullanan İlişkili firma, ilgili dönemde eksi öz varlığa sahip olduğundan, KVK'nın 12. maddesi hükmüne göre; kullanılan bu kaynağın tamamı, kendisi için 'örtülü sermaye' sayılacağından, hesaplanan faizin yine tamamı, taraflarca 'kazanç dağıtımı' olarak nitelendirilip, buna göre muhasebeleştirilmiştir. Kaynağı kullandıran mükellef; yine herhangi bir risk almamak için, inanmadığı halde bu faiz üzerinden KDV hesaplayarak, 'ihtirazı kayıtla' beyan etmiş ve ödemiştir. Anlaşılacağı üzere karar, ihtirazı kayıtla verilen bu KDV beyanı arkasından mükellefçe açılan vergi davası ile ilgilidir. Mükellef kurumun, söz konusu faizin KDV ye tabi olup olmadığı konusundaki duraksaması doğaldır. Bilindiği gibi; çok bir zaman önce değil, İstanbul Büyük Mükellefler Vergi Dairesi, tıpa tıp benzer bir konuda verdiği bir Özelge'de([3]), önce 'kazanç dağıtımı KDV kapsamına girmediği gerekçesi ile bu faizin KDV'ye tabi olmayacağı görüşünü belirtmiş (hatta daha önce ödenen KDV'lerin düzeltme yoluyla ret ve iade edilebileceği görüşünü belirtmiş); ancak kısa bir zaman sonra yine aynı mükellef Kurum'a gönderdiği yazıda([4]); Gelir İdaresi Başkanlığı'ndan aldıkları yazıya gönderme yaparak, örtülü sermeye üzerinden hesaplanan faizlerin KDV'ye tabi olduğunu ve daha önce verdikleri özelgenin geçersiz olduğunu tebliğ etmiştir. Vergi idaresinin bile, duraksama gösterdiği, zaman içersinde farklı görüşlere sahip olduğu bir konuda, söz konusu kurumun,(ihtirazı kayıtla beyanda bulunarak) yargının hakemliğine gitmesi, bizce de doğrudur(Bunu zaten yargı kararı da doğrulamıştır).

Verilen karar, mükellef kurumun tezini doğrulamaktadır. Yani; örtülü sermaye üzerinden hesaplanan faizin KDV ye tabi olmadığı yönündedir([5]). Kararın gerekçesine yakından baktığımızda; karara esas olan incelemelerin, kurumlar vergisi açısından bir vergi güvenlik müessesesi olan transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımının unsurlarının; sonuçta KDV için de vergiyi doğuran bir olay oluşturup oluşturmadığı üzerinde yoğunlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Kararda: 'kazanç vergileri için bir vergi güvenlik sistemi olarak getirilen düzenlemeler itibariyle ortaya çıkan sonucun, muamele vergileri için de vergiyi doğuran bir olaya sebebiyet vermeyeceği, bir başka ifade ile kurumlar vergisi Kanunu'nda açıkça belirtilen kâr payı dağıtımının, Katma Değer Vergisi Kanunu'nda sayılan türde bir teslim veya hizmet olarak nitelendirilemeyeceği, KDV Kanunu'nun 1. maddesinde kâr payı ve iştirak kazançlarının KDV konusu olarak sayılmadığı' belirtilmektedir. İlk bakışta örtülü sermaye üzerinden ödenen faizin KDV'ye tabi olup olmadığı tartışılırken transfer fiyatlandırması müessesesinin konu edilmesi yanıltıcı görülebilir. Ancak; dava konusu olayda borç veren kurumun, ilişkili kişiden faiz almak gibi bir niyeti olmamasına rağmen sırf transfer fiyatlandırması nedeniyle bir cezalı tarhiyatla karşılaşmamak için faiz uyguladığı, diğer bir anlatımla KVK'nın 13. maddesinin 6. fıkrasında düzenlenen 'düzeltmeye' başvurduğu hatırlandığında, transfer fiyatlandırması kapsamındaki giderici bir işlemin KDV'ye tabi olup olmadığının ortaya konulması öncelikli bir sorundur([6]). Eğer ilişkili kişilerle yapılan işlemlerde ilgili dönem içersinde emsaline göre düşük bedelle satış yapıldığının anlaşılması halinde, dönem sonu beklenilmeden giderici (burada gelir arttırıcı) bir düzeltme yapılmaması halinde KVK'nın 13. maddesinin 5. fıkrası hükmüne göre vergi ziyaı doğacaktır. Giderici düzeltmenin yapılması halinde ise, bu işlemin KDV'ye tabi olup olmadığı sorunu ile karşılaşılacaktır. Bu nedenle; öncelikle transfer fiyatlandırması ve KDV ilişkisi üzerinde durulması doğrudur. İkinci olarak; ister transfer fiyatlandırması yoluyla yapılsın, isterse örtülü sermaye üzerinden yapılsın, kararda da belirtildiği gibi, asıl konu, bir kurumlar vergisi güvenlik sistemine göre var sayılan bir kâr dağıtımının, KDV açısından da bir vergiyi doğuran olay olup olmadığıdır'. Dolayısıyla, hareket noktası olarak hangisi dikkate alınırsa alınsın sonuç aynı olacaktır.

Ayrıca; Karar metninde: 'Bu müessesenin hukuki niteliği ve kurumlar açısından düzeltmeyi öngören düzenlemelerden hareketle, elde edilen kâr payının iştirak kazancı istisnası olarak değerlendirilip vergi kesintisine tabi tutulmadığı, faiz ödemelerinin, yapan açısından sermaye üzerinden ödenen faiz anlamına geldiği ve bu faiz ödemelerinin kâr payına dönüşmüş bir ödeme haline aldığı' görüşüne yer verilmektedir. Burada dava konusu olayın, diğer yönü yani borçlu kurum açısından örtülü sermaye üzerinden ödenen faiz konu edilmekte ve bir defa daha, bunun faiz değil 'kâr payı ödemesi' olarak değerlendirildiği vurgulanmaktadır. Karar'da, bir ilginç saptama da yer almaktadır: 'KDV Kanunu açısından ise; kurumlar vergisi açısından Hazine zararı oluşana değin veya borç alan kurum açısından alınan borç tutarının öz sermayenin 3 katına kadarki kısmının vergiyi doğuran olay olarak kabul edilmemesine rağmen, belirtilen sınırların aşılması halinde işlemin yalnızca bu kısmının KDV açısından vergilendirilmesinin mümkün bulunmadığı, zira bu haliyle işlemin gerçekleştiği ilk etapta vergiyi doğuran olayın da gerçekleşmiş bulunduğunun kabulünün gerekeceği'' Burada yargı mercii, yukarıda olduğu gibi her iki güvenlik müessesesini birlikte ele alarak, yapılan faiz ödemelerinin (transfer fiyatlandırması açısından Hazine zararının oluşması ve örtülü sermaye açısından ilişkili kişiden alınan borcun öz sermayenin 3 katını aşması gibi) belli sınırları aşması halinde 'kâr payı dağıtımı' kabul edilmesinin, söz konusu faiz ödemeleri üzerindeki KDV uygulamalarını etkileyip etkilemeyeceğini tartışmaktadır. Tartışılacak konuyu açmamız gerekirse;transfer fiyatlandırması açısından baktığımızda, ödenen faiz eğer belli bir miktarın altında olsaydı, Hazine zararı doğmayacak idiyse, toplam faiz bu miktarı aşması halinde, acaba, bu eşik miktara kadar olan faiz için ayrı bir KDV uygulaması yapılabilir miydi? Yapılamayacağı açıktır, çünkü kanun koyucu faiz ödemesinin tamamını dağıtılmış kâr payı kabul etmektedir. Örtülü sermaye açısından baktığımızda durum biraz farklıdır. Çünkü; burada alınan borcun öz sermayenin 3 katına kadar olan kısmına isabet eden faiz ödemesi, 'kâr payı dağıtımı' sayılmamaktadır. Bu miktarı aşan faiz ödemelerinde, bir kısım (öz sermayenin 3 katını aşmayan borca isabet eden) faiz, faiz ödemesi kabul edilirken, diğer kısım (borcun, öz sermayenin üç katını aşan kısmına isabet eden) faiz, 'kâr dağıtımı' kabul edilmektedir. Bunun sonucu olarak, faiz ödemesi kabul edilen kısım için, KDV'yi doğuran olayın varlığı açıktır. Ancak; olayımızda hareket noktası, alacaklı olan kurumun transfer fiyatlandırması yoluyla kazanç dağıtımı nedeniyle cezalı tarhiyattan kaçınmak için giderici bir faiz uygulaması (ilk etap), olduğundan, KDV açısından vergiyi doğuran olayın bu aşamada (etapta) doğmadığı (yukarıda) tartışılmış ve doğmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle; yukarıdaki kararda İşlemin gerçekleştiği ilk etapta vergiyi doğuran olayın oluşup oluşmadığının önemli olduğu, ikinci etap olan örtülü sermaye aşamasında, artık bu tartışmanın yersiz olduğu belirtilmek istenmektedir.

Sonuçta, yargıçlar oy birliği ile örtülü sermaye üzerinden hesaplanan faizin KDV'ye tabi olmayacağı sonucuna varmışlardır.

B- KARARIN ÖNEMİ

Anlaşmazlık, örtülü sermaye üzerinden ödenen faizin KDV'ye tabi olup olmayacağı konusunda olmakla beraber; bir yönü ile de transfer fiyatlandırmasını ilgilendirdiğinden, karar; her iki vergi güvenlik aracı açısından da önemlidir. Olayın iki yönlü olmasını dikkate alan yargıçların, her iki açıdan da olayı inceledikleri ve vardıkları sonucun her iki vergi güvenlik aracı ile uygulamaları kapsadığı, yukarıdaki ayırımda açıklamaya çalıştığımız karardan anlaşılmaktadır.

Bu karar, vergi idaresinin aynı konuda bugüne kadar verdiği görüşleri doğrulamamaktadır. Ayrıca; transfer fiyatlandırması yoluyla kazanç dağıtıldığı iddiası ile karşılaşmamak için, kurumların yapacağı dönem sonu düzeltmelerinin KDV'ye tabi olmayacağını yönündeki görüşü doğrulamaktadır. Bunun birçok kurumu ilgilendireceği ortadadır. Bilindiği gibi, birçok kurum dönem sonlarında ilişkili kişilerin şirkete olan borçları üzerinden, emsal faiz oranını dikkate alarak faiz hesaplamakta ve faturalamaktadır. Bu kararın Danıştay'ın onayıyla kesinleşmesi halinde; bu düzeltme faturaları üzerinden KDV hesaplanmasına gerek kalmayacaktır.

III- TRANSFER FİYATLANDIRMASINDA KULLANILACAK EMSAL BEDELİ İLE İLGİLİ YARGI KARARI

A- KARAR VE KARARIN DAYANAKLARI

İstanbul 11. Vergi Mahkemesi'nin E. 2009/3169 ve K. 2010/2091 sayılı Kararı'nda([7]) transfer fiyatlandırması yoluyla kazanç dağıtımı uygulamasında, Türkiye'deki verilerin kullanılması gerekirken uluslar arası veri tabanındaki (Amedeus gibi) bilgilerin emsal olarak alınamayacağı belirtilmektedir. Çoğunlukla alınan karardan anlaşıldığı kadarı ile otomotiv sektöründe faaliyet gösteren ve otomobil ve yedek parçası alım satımında bulunan kurum, 2007 takvim yılı transfer fiyatlandırması raporunda; 'yeniden satış fiyatı' yönteminin faaliyetleri için en uygun fiyatlandırma yöntemi olarak belirlemiş; bu yöntemin uygulanabilmesi için gerekli olan kendi kâr marjını, yedek parça ve motorlu araç satışlarının tümünü ayırım yapmadan dikkate almış ve karşılaştırmaya esas alınacak emsal kâr marjını da aynı şekilde Türkiye'de bu sektörde faaliyet gösteren firmaların toplam satış marjını dikkate alarak hesaba almıştır. İnceleme elemanı bu hesaplamalara iki noktada itiraz etmiştir: ilki, yedek parça ve motorlu araç satışları için ayrı ayrı satış karı hesaplanması gerekirken topluca hesaplanmıştır; ikinci olarak; emsal için Amedeus veri tabanından bulunan emsaller dikkate alınması, gerekirken alınmamıştır. İnceleme elemanı bu görüşten hareketle, yedek parça ve motorlu araç satışları için ayrı ayrı satış marjını hesaplamış ve Amedeus veri tabanından bulduğu emsallerle karşılaştırmıştır. Yine rapordan anlaşıldığı kadarı ile yedek parça satışlarının emsale uygun olduğu görülmüş ancak; kurumun motorlu araç satışları kâr marjı 14,53 iken Amedeus'dan bulunan 14 emsal firmanın ortalama satış marjının %27,83 olduğu görülmüştür. Bu nedenle inceleme elemanı, aradaki farkın transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç olarak dağıtıldığı iddiası ile cezalı gelir ve kurumlar vergisi tarhiyatı istemiştir. Mükellef kurum bu tarhiyata karşı, yedek parça ve otomobil satışlarının ayrı ayrı olarak değerlendirilemeyeceği, kurumun araştırılması gereken alışlarının değil finansman hizmet bedelinin(?) emsallerine uygun olup olmadığı olduğunu, emsal Danıştay kararları uyarınca karşılaştırılabilirlik analizi yapılmadan matrah farkı tesisi edildiği, gösterilen emsalin sağlıklı ve isabetli olmaması dolayısıyla bu tarhiyatın dayanağı olmadığı iddiası ile vergi mahkemesine başvurmuştur. Yargı mercii çoğunlukla aldığı kararda; 'Olayda, Türkiye'de araç ve yedek parça satan firmaların verileri baz alınmak ve Türkiye'deki kâr marjları göz önüne alınmak suretiyle faaliyette bulunan sektördeki yedek parça kâr marjı ile araç satış kâr marjının birbirinden ayrılıp ayrılmayacağı gibi hususlar saptanarak, Türkiye'deki verilerin esas alınması gerekirken, Türkiye dışında yabancı ülkelerin özellik ve şartlarına göre hazırlanmış AMEDEUS isimli veri tabanının kıstas alınmasında hukuki isabet görülmemiştir.' Sonucuna varmıştır. Bu karara katılmayan ve karşı oy veren hakimin gerekçesi ise; mükellefin hazırladığı raporda da yedek parça ve motorlu araç satışı ayırımı yapıldığı ve mükellefin kendisinin de Amedeus veri tabanını kullandığı (ancak, inceleme elemanının aksine, ayırım yapmadan toplam satış marjını dikkate aldığını düşünüyoruz), ayrıca, ''otomotiv piyasasında üretici ve satıcı ana firmaların uluslar arsası kuruluş olması ve fiyat ve satış politikalarının yerel unsurlar dikkate alınarak belirleniyor olsa da asıl olarak uluslar arası satış politikaları doğrultusunda belirleniyor olması nedeniyle, emsal araştırması yapılırken Amedeus verilerinin kullanılmasında da herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.'

Karara yakından bakıldığında; iki esas anlaşmazlık konusu olduğu anlaşılır: birincisi emsale uygunluk ilkesinin araştırılmasında her mal ve faaliyetin ayrı ayrı mı yoksa toplam olarak mı dikkate alınacağı, ikincisi ise: emsalin bulunması ile ilgilidir. İlk uyuşmazlık konusundaki görüşümüz (doğal olarak karardan elde ettiğimiz sınırlı bilgilerin ışığında): Ulaşılabilinen güvenilir emsallerin elverdiği ölçüde detay ve ayırarak analiz yapılması akla ve teknik icaplara daha uygun gelmektedir. Ancak; herhalde bir satış bölümdeki düşüklüğün diğer satış bölümündeki fazla ile giderilmiş olup olmadığına dikkate edilmesi gerekir. İkinci anlaşmazlık konusundaki görüşümüz ise: Doğru emsali bulmak, transfer fiyatlandırmasının en can alıcı noktasıdır. Bu nedenle her çeşit güvenilir veri -özellikle karşılıklı kontrol için- dikkate alınmalıdır. Emsaller hiyerarşisinde doğal olarak, incelenen olaya, şartlar bakımından en yakın olan emsalin önceliği olmalıdır. Öncelik, iç emsal, eğer yoksa dış emsale başvurulabilir. Aynı şekilde, Türkiye'de güvenilir emsallere ulaşılabiliyorsa, bu emsalin dikkate alınması gerekir. Bu durumda, uluslar arası veri tabanları, karşılıklı kontrol için dikkate alınabilir. Ancak, başka hiçbir yerli emsale ulaşılamıyorsa, tek başvurulacak kaynak uluslar arası veri tabanlarıdır. Bu dava konusu olayın tüm ayrıntılarını, Türkiye piyasasından gösterilen emsallerin ne kadar güvenilir olduğu ve uluslar arası veri tabanının doğru kullanılıp kullanılamadığını bilemediğimiz için, bizim yukarıdaki görüşlerimiz sadece bu konudaki genel görüşümüzün ifadesi olarak kabul edilmelidir.

B- KARARIN ÖNEMİ

Kararın yine Danıştay aşamasında onay görüp görmeyeceği belli olmasa da, özellikle emsal bedelin belirlenmesi konusunda, uluslar arası veri tabanlarına başvurulmasının vergi yargısı tarafından nasıl karşılanacağı konusundaki ilk bilgileri yansıtması açısından önemlidir. Bilindiği gibi transfer fiyatlandırmasının belkemiğini oluşturan 'emsale uygunluk ilkesi'nin en zayıf ve eleştirilen noktası, güvenilir ve kabul edilebilir emsal bulunmasındaki zorluktur. Eğer kararı doğru okumuş isek, yargı (haklı olarak) eğer daha yakın emsaller varsa, bunların kullanılması gerektiği (en azından çoğunluk olarak). Yaklaşımındadır. Ama kararın hiçbir yerinde, bunlara güvenilemeyeceği ve hiç bir şekilde kullanılamayacağı anlamına gelen bir ifade de yer almamaktadır. Eğer, mükellef kurum yerli piyasadan emsal gösteremeseydi ve uluslar arası veri tabanının gerektiği şekilde titizlikle kullanılmadığını gösteren deliller sunmasaydı([8]); yargı merciinin Amedeus verilerinin kullanılmasına bir itirazı olmayacağı izlenimine sahibiz.

III- SONUÇ

Yeni Kurumlar Vergisi Kanunu'ndaki transfer fiyatlandırması ve örtülü sermaye gibi güvenlik araçları konusunda oluşmuş yargı içtihatları henüz bulunmadığından, bu konulardaki yargı kararları merak ve sabırsızlıkla beklenmektedir. Bize ulaşan ve yukarıda bahsi geçen iki vergi mahkemesi karaları, henüz Danıştay'ca görüşülüp onaylanmamasına rağmen konularında ilk olmaları bakımından uygulayıcılar için önemlidir. Bu nedenle, okuyucularımızla paylaşmak gerekliliğini duyduk.

Ele aldığımız ilk kararda, yargı; örtülü sermaye üzerinden yapılan faiz ödemesinin, KDV'ye tabi olmayacağı sonucuna varmıştır. Bunun gerekçesi ise; örtülü sermaye gibi bir kurumlar vergisi güvenlik aracının KDV'si için kullanılamayacağı; bu nedenle örtülü kâr dağıtımı olayının, kâr dağıtımı KDV'si Kanunu'nda vergiye tabi işlemler arasında sayılmadığından, KDV için bir vergiyi doğuran olay sayılamayacağıdır.

İkinci kararda ise, yargı; yerel emsallere ulaşma olanağı varken, uluslar arası veri tabanlarının (hele emsal seçiminde yeteri kadar titiz davranılmadığı kanıtlanmış ise) kullanılmayacağı görüşüne varmıştır.

Uygulamanın yön bulabilmesi için benzer konulardaki diğer uyuşmazlıklarla ilgi kararları da sabırsızlıkla beklemekteyiz. Hiçbir şey olmasa bile, bu konuların mahkeme kararlarına girmesi ve tartışılıyor olması bile olumlu bir aşama sayılmalıdır.

Erdoğan ÖCAL*

Yaklaşım

(*)  YMM

[1]İstanbul Vergi Mahkemesi'nin, 18.06.2010 tarih ve E. 2009/2268, K. 2010/1502 sayılı Kararı.

[2]Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 12. (örtülü sermaye) ve 13.(transfer fiyatlandırması) maddeleri arasındaki uyumsuzluk; ilişkili kişiler arasında borç olarak nakit kaynak aktarımlarında, iş hayatının normal gidişini aksatacak ölçüde bir garabet yaratmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi için aşağıdaki yazılara başvurulabilir:

    Namık Kemal UYANIK ''Vadeli İşlemlere Transfer fiyatlandırması Hükümleri mi, Yoksa Örtülü sermaye Hükümleri mi Uygulanmalıdır?'', Yaklaşım, Aralık 2009; Altar ÇALIŞANELLER, 'Transfer Fiyatlandırması-Örtülü Sermaye İlişkisinde Yaşanan Düzeltme Karmaşası ve Bir Öneri', Yaklaşım, Ağustos 2009.

[3]Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı'nın, 09.06.2008 tarih ve BV.07.1.GİB.0.04.99.16.01/01/KVK-12-2008-MUK-30/17363 sayılı Özelgesi.

[4]Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı'nın, 25.12.2008 tarih ve B.07.1.GİB.0.03.49/4911-642 sayılı Özelgesi.

[5]Kararın tam metni şöyledir: 'Bu itibarla, kazanç vergileri için bir vergi güvenlik sistemi olarak getirilen düzenlemeler itibariyle ortaya çıkan sonucun, muamele vergileri için de vergiyi doğuran bir olaya sebebiyet vermeyeceği, bir başka ifade ile kurumlar vergisi Kanunu'nda açıkça belirtilen ''kâr payı dağıtımının'' Katma Değer Vergisi Kanunu'nda sayılan türde bir teslim veya hizmet olarak nitelendirilemeyeceği, KDV Kanunu'nun 1. maddesinde kâr payı ve iştirak kazançlarının KDV konusu olarak sayılmadığı, taraflar arasında muvazaa niteliğinde bir işlem olmadığı, zira işlem tutarının, tarafların, uygulanan faiz oranının belirli bulunduğu, bunların yasal defter ve kayıtlara ve beyanlara dahil edildiği, diğer bir ifadeyle taraflar arasındaki muamelenin gerçek olup, tarafların gerçek iradelerini yansıttığı, dolayısıyla KDV açısından emsal bedelin tespitini gerektiren bir durumun ortaya çıkmadığı, uyuşmazlığın çözümünün, söz konusu transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımının kurumlar vergisi karşısındaki durumunu değil, işlem neticesinin KDV Kanunu kapsamında vergiyi doğuran olayı husule getirip getirmemesiyle ilgili olduğu, elde edilen faiz gelirinin dağıtılmış kâr payı sayılmasının, yalnızca kurumlar vergisi kapsamında olup, diğer vergi türleri açısından Kanunda herhangi bir hükme yer verilmemiş olduğu, bu müessesenin hukuki niteliği ve kurumlar açısından düzeltmeyi öngören düzenlemelerden hareketle, elde edilen kâr payının iştirak kazançları istisnası olarak değerlendirilip vergi kesintisine tabi tutulmadığı, faiz ödemelerinin yapan açısından sermaye üzerinden ödenen faiz anlamına geldiği ve bu ödemenin kâr payına dönüşmüş bir ödeme halini aldığı, KDV kanunu açısından ise, kurumlar vergisi açısından hazine zararı oluşana değin veya borç alan kurum açısından alınan borç tutarının öz sermayenin 3 kadarki kısmının vergiyi doğuran olay olarak kabul edilmemesine rağmen, belirtilen sınırların aşılması halinde işlemin sadece bu kısmının KDV açısından vergilendirilmesinin mümkün bulunmadığı, zira bu haliyle işlemin gerçekleştiği ilk etapta vergiyi doğuran olayın da gerçekleşmiş bulunduğunun kabulünün gerekeceği de dikkate alındığında, dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.'

[6]Erdoğan ÖCAL, ''Transfer Fiyatlandırması Yoluyla Kazanç Dağıtımında Düzeltme'', Yaklaşım, Mart 2008.

    Erdoğan ÖCAL, 'Transfer Fiyatlandırmasında Riskten ve Çifte Vergilendirmeden Kurtulmanın Yolu: Düzeltme'', Yaklaşım, Temmuz 2010.

[7]Vergi Dünyası, Ağustos 2010

[8]Kararın bir yerinde 'Diğer taraftan, AMEDEUS verisinden emsal alınan 14 firmanın davacı şirket faaliyet alanına tam olarak örtüşüp örtüşmediği de inceleme elemanı tarafından saptanmamıştır. Nitekim davacı emsal firmaların bazılarının kamyon ve ağır vasıta ticareti ve ikinci el araç alım-satımı ve finansman hizmeti verdiğini iddia etmiş ve buna ilişkin internetten indirdiği Fransızca bilgileri Türkçeye çevirerek dosyaya sunmuş ve bu iddiasını ispat etmiştir'' denilmektedir.